Bakara Sûresi: 158-182

AÇIKLAMA:

 

Bakara Sûresi: 158-182 âyet grubu’nuna gelince...

Safa ve Merve, Allâh işaretlerindendir. Kim hac veya umre niyetiyle El Beyt’i (Kâbe) ziyaret ederse, onları da (Safa - Merve) tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim hayır olması için daha fazlasını yaparsa, Allâh (varlığındaki Esmâ mertebesinden) Şakir’dir (yapılanları fazlasıyla değerlendiren), Aliym’dir.” (Bakara: 158) âyeti, cahiliye döneminde de Hac yapan Arapların (Hac Sûresi’nde olduğu gibi) Hac hakkındaki şartlanmalarını düzeltmeye, İslâm’ın Hac Menâsiki’ni öğretmeye dönük müstakil bir âyet olupbu bulunduğu yere muhtemelen başka bir zamanda nâzil olarak yerleştirilmiştir....

Zira iman edenler hakkındaki 157.âyet ile ehl-i kitap hakkındaki 159.âyet arasında olmasının bağlantısı müşküldür!..

Buradan 182.âyete kadar hem müslümanlar ve hem de ehl-i kitap yahudiler hakkında muhtelif meseleler ve dinî hükümler açıklanmaktadır!.. 

 

158-) İnnesSafâ velMervete min şeâirillâh* femen haccel Beyte evı’temera felâ cünâha aleyhi en yettavvefe Bihima* ve men tetavve’a hayren feinnAllâhe Şakirün Aliym;

Safa ve Merve, Allâh işaretlerindendir. Kim hac veya umre niyetiyle El Beyt’i (Kâbe) ziyaret ederse, onları da (Safa - Merve) tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim hayır olması için daha fazlasını yaparsa, Allâh (varlığındaki Esmâ mertebesinden) Şakir’dir (yapılanları fazlasıyla değerlendiren), Aliym’dir.

159-) İnnelleziyne yektümûne mâ enzelna minel beyyinâti velhüdâ min ba’di mâ beyyennâhü linNâsi fiyl Kitâbi ülâike yel’anühümullâhu ve yel’anühümülla’ınûn; 

Kitapta apaçık bildirdiklerimizden sonra kim ki o işaret ve hidâyet vesilelerini gizlerse, işte Allâh onlara lânet eder (Allâh’tan uzak düşerler), lânet edebilecek herkes dahi lânet eder (yani hem bâtından hem de zâhirden gelen bir Allâh’tan ayrı düşmenin sonuçlarını yaşarlar).

160-) İllelleziyne tâbû ve aslehû ve beyyenû feülâike etûbu aleyhim* ve enetTevvabür Rahıym;

Ancak bunlardan tövbe edenler (yanlışını idrak edip kesin olarak ondan vazgeçenler) ve ıslah olanlar (içinde bulundukları yanlışlar ortamından çıkanlar) ve gerçeği dile getirenler istisnadır. Ben Tevvab ve Rahıym’im (tövbeyi kabul edip, çeşitli güzel sonuçlarını yaşatan).

161-) İnnelleziyne keferû ve mâtû ve hüm küffarun ülâike aleyhim la’netüllâhi vel Melâiketi venNâsi ecme’ıyn;

Muhakkak ki kâfir olup (âlemlerin ve nefslerinin Allâh Esmâ’sının açığa çıkışı olduğunu inkâr edenler) ve bu anlayışla ölenlere gelince... İşte Allâh lâneti (Allâh’tan uzak düşmenin sonuçları), meleklerin lâneti (nefslerini Esmâ kuvvelerinden ayrı düşünmenin sonuçları) ve bütün insanların lâneti (onlardan uzak düşmenin sonuçları) onların üzerindedir!

162-) Hâlidiyne fiyha* lâ yuhaffefü anhümül azâbu ve lâ hüm yünzarûn;

O lânetlerin sonuçlarını sonsuza dek yaşarlar. Bunun azabı asla hafifletilmez ve onlara mühlet (yanlışı düzeltme süreci) de verilmez.

163-) Ve ilâhüküm İlâh’ün Vâhıd* lâ ilâhe illâ HUverRahmânurRahıym;

İlâh kabul ettiğiniz, Vâhid’dir (TEK’tir, ikincisi olmayan sayılırlıktan berî olan)! Tanrı yoktur, sadece “HÛ” ve Rahmân ur Rahıym’dir (her şeyi kendi rahmetinden, Esmâ’sından meydana getirmiştir).

164-) İnne fiy halkıs Semâvâti vel Ardı vahtilâfilleyli vennehari vel fülkilletiy tecriy fiylbahri Bimâ yenfe’unNâse ve mâ enzelAllâhu mines Semâi min mâin feahya Bihil’Arda ba’de mevtiha ve besse fiyha min külli dâbbetin, ve tasrıyfir riyahı vessehabil müsahhari beynesSemâi vel Ardı le âyâtin li kavmin ya’kılûn;

Şüphesiz ki semâlar ve arzın (gökler ve yeryüzünün - şuur boyutlarının ve bedenin) yaratılışının; gece ile gündüzün (âlemlerin gerçekte yokluğu realitesinin ardından yeniden âlem sûretlerini seyir hâline geçiş) birbiri ardınca gelişinin; insanların yararı için denizde akıp giden gemide (ilâhî ilim denizinde yüzen bireysel şuurda); Allâh’ın semâdan su inzâl edip onunla ölümden sonra arzı diriltmesinde (bilinç katlarından ilim inzâl ederek hakikatine şuuru olmayan bedende “diri” olanın açığa çıkarılmasında) ve onda hareket eden tüm canlıları yaymasında (tüm organlarındaki havl ve kuvvetin Allâh’la meydana gelmesinde); rüzgârları yönlendirmesinde (Esmâ kuvvelerinin bilinçte fark edilmesinde); semâ ile arz arasında emre amade bulutların varlığında (beden boyutunda açığa çıkabilecek kuvvelerin şuurda varlığının oluşumunda), aklı olan topluluk için elbette işaretler vardır.

165-) Ve minen Nâsi men yettehızü min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehüm kehubbillâh* velleziyne âmenû eşeddü hubben Lillâh* velev yerelleziyne zalemû iz yeravnel azâbe ennel kuvvete Lillâhi cemiy’an, ve ennAllâhe şediyd’ül azâb;

İnsanlardan kimi de Allâh dûnunda tapındıkları varlıklar edinip, onları Allâh sevgisiyle (Allâh’mışçasına) severler! İman edenler ise sevdiklerinin yalnızca Allâh olduğunun şuurundadırlar (gayrına varlık vermezler). O (hakikati inkâr ederek nefslerine) zulmedenler, bu yüzden azaba düşeceklerini gördüklerinde, âlemlerden açığa çıkan kuvvetin yalnızca Allâh’a ait olduğunu fark ederler, ama iş işten geçmiştir; keşke bunu önceden görebilselerdi... Allâh “Şediyd’ül Azâb”dır (yapılan yanlışta ısrar edenlere sonucunu şiddetle yaşatandır)!

166-) İz teberraelleziynet tubi’û minelleziynettebe’û ve raevül azâbe ve tekatta’at Bihimül esbâb;

Kendilerine tâbi olunanlar, tâbi olanlardan, ortaya çıkacak azabı görüp uzaklaşmışlardır o zaman. Gerçeğin ortaya çıkmasıyla aralarındaki bağ da kopmuştur!

167-) Ve kalelleziynet tebe’û lev enne lenâ kerraten feneteberrae minhüm kemâ teberraû minna* kezâlike yüriyhimullâhu a’malehüm haseratin aleyhim* ve mâ hüm Bi hariciyne minennâr;

(Endada) tâbi olmuşlar: “Keşke bize fırsat verilseydi de yaşadıklarımızı bir kere daha yaşasaydık, bu defa tâbi olduklarımızın bizden uzaklaşması gibi biz onlardan uzaklaşsaydık” derler. Böylece Allâh onlara yaptıklarının sonuçlarını acı pişmanlıklarla gösterir. Onların içlerinden gelen pişmanlık yanışının sonu gelmez!

168-) Yâ eyyühenNâsu külû mimma fiyl Ardı halâlen tayyiben, ve lâ tettebi’û hutuvatişşeytan* innehû leküm ‘adüvvün mubiyn;

Ey insanlar, arzda (beden boyutuna ait) olanların helal ve temiz olanlarından (sizi hakikatinizden perdelemeyecek olan şeylerden)yeyiniz. Şeytanın (karnınızdaki ikinci beyninizin oluşturduğu isteklere dayalı sizi harekete geçiren) adımlarına tâbi olmayınız. Muhakkak ki o apaçık düşmandır.

169-) İnnemâ ye’muruküm Bissûi vel fahşâi ve en tekulû alAllâhi mâ lâ ta’lemûn; 

(şeytan) size ancak egonuzu kuvvetlendirecek fikir ve fiilleri, yalnızca helal olmayan bedensel zevkler için yaşamayı ve Allâh hakkında ilme dayanmayan şekilde hüküm vermenizi emreder.

170-) Ve izâ kıyle lehümüttebi’û mâ enzellAllâhu kalû bel nettebi’u mâ elfeyna aleyhi abâena* evelev kâne abâühüm lâ ya’kılune şey’en ve lâ yehtedûn;

Onlara: “Allâh’ın inzâl ettiğine (varlığın ve varlığınızın Allâh Esmâ’sı olduğuna ve Sünnetullâh bilgisine) iman edin” denildiğinde onlar: “Hayır, babalarımız neye tâbi ise biz de onların tâbi olduklarına (dışsal tanrısallığa) uyarız” derler... Ya babaları gerçeğe akıl erdiremeyen hakikati bulamamış kişidiyseler? 

171-) Ve meselülleziyne keferû kemeselilleziy yen’ıku Bi mâ lâ yesme’u illâ du’âen ve nidâen, summün bükmün ‘umyün fehüm lâ ya’kılûn;

Kâfirlerin hâli, kendilerine yönelen, çağıranların sesini duyup da ne dediğini anlamayanların hâline benzer. Çünkü onlar (anlayışları itibarıyla) sağırdırlar, dilsizdirler (Hakk’ı dillendiremezler), kördürler (apaçık hakikati değerlendiremezler). Akıllarını kullanmazlar!

172-) Yâ eyyühelleziyne amenû külû min tayyibati mâ razaknâküm veşkürû Lillâhi in küntüm iyyahü ta’büdûn;

Ey iman edenler, sizi rızıklandırdıklarımızdan temiz olanlarını yeyin. Ve Allâh’a şükredin (bunu değerlendirin), eğer yalnızca O’na kulluk etmek istiyorsanız.

173-) İnnemâ harreme aleykümül meytete veddeme ve lahmel hınziyri ve ma ühille Bihî li ğayrillâh* femenidturre ğayre bağın ve lâ ‘adin felâ isme aleyhi, innAllâhe Ğafûr’un Rahıym;

Size yalnızca ölmüş hayvanı, kanı, domuz etini ve Allâh’tan başkası adına kesilmiş olanı haram kılmıştır. Ama zor durumda kalanın, kendine zulmetmeden, (haram kılınanı) helal kabul etmeyerek ve haddi aşmadan (ihtiyaç fazlasına kaçmadan) yemesinde üzerine bir suç yoktur. Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.

174-) İnnelleziyne yektümûne mâ enzelAllâhu minel Kitâbi ve yeşterûne Bihî semenen kalıylen, ülâike mâ ye’külûne fiy butûnihim illen nâra ve lâ yükellimühümüllâhu yevmelkıyâmeti ve lâ yüzekkiyhim* ve lehüm azâbün eliym;

Onlar ki, Allâh’ın Kitaptan inzâl ettiğini (varlığın hakikati ve Sünnetullâh bilgisini) gizleyip, onu (hakikatlerini) az bir paraya (dünyasal değere) satarlar; işte onlar bâtınlarını (dünyalarını) ateşten (yakıcı) başka bir şeyle doldurmuş olmazlar. Kıyamet sürecinde Allâh onlarla konuşmaz ve onları tezkiye etmez. Onlar için feci azap vardır.

175-) Ülâikelleziyneşteravüd dalâlete Bil hüdâ vel azâbe Bil mağfirati, femâ asbera hüm alennâr;

İşte bunlar BilHÜDA (nefslerinin hakikati olan Allâh Esmâ’sına iman) karşılığında dalâleti (dışa yönelik tanrı inancına sapmak); mağfiret (hakikatindeki Esmâ inancı getirisi olan bağışlanma) yerine azabı satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne kadar dayanıklı imişler!

176-) Zâlike Bi ennAllâhe nezzelel Kitâbe Bil Hakk* ve innelleziynahtelefu fiyl Kitâbi lefiy şikakın be’ıyd;

Bundan dolayıdır ki, (biennAllâh) Allâh, ilmindeki, varlığın hakikati ve Sünnetullâh bilgisinin açığa çıkmış hâli olan evren içre evrenler ilmini (Kitap) bizâtihi Hak olarak (bilHakk) inzâl etmiştir. Muhakkak ki Kitapta (bu bilgide - oluşta) ihtilaf edenler (bu gerçeğe karşı çıkanlar) kesinlikle gerçekten çok uzağa (şikakı baiyd) düşmüşlerdir.

177-) Leysel birra en tüvellû vucûheküm kıbelel meşrikı vel mağribi ve lakinnel birra men âmene Billâhi vel yevmil âhıri vel Melâiketi vel Kitâbi ven Nebiyyiyn* ve âtelmale alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesakiyne vebnes sebiyli ves sâiliyne ve fiyrrikab* ve ekamesSalâte ve atezZekâte vel mûfûne Bi ahdihim izâ ahedû* vas Sabiriyne fiyl be’sâi ved darrâi ve hıynel be’s* ülâikelleziyne sadeku* ve ülâike hümül müttekun;

Vechlerinizi (yüzünüzü veya şuurunuzu) doğuya veya batıya (varlığın hakikati veya sistem bilgisine) çevirmeniz BİRR (işin hakikatini yaşamak) değildir. Asıl BİRR, “B” işareti anlamıyla Allâh’a iman edip, gelecekte yaşanacak sürece, melâikeye (algılanıp fark edilemeyen varlığın hakikati olan Allâh Esmâ’sının kuvvelerine), Kitaba (varlığın hakikati ve Sünnetullâh’a), Nebilere iman eden; Allâh sevgisiyle malı, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yolda kalmışlara (yuvasından - vatanından ayrı düşmüş), yardım isteyenlere, kölelikten kurtarmaya veren; salâtı ikame eden (Allâh’a yönelişinin bilfiil hakkını veren); zekâtını veren (Allâh’ın bağışladığından bir kısmını karşılıksız paylaşan); söz verdiğinde sözünde duran; sıkıntı, hastalık ve şiddete maruz kaldığında buna dayanandır. İşte bunlar sadıklar ve korunanlardır.

178-) Yâ eyyühelleziyne âmenû kütibe aleykümül kısasu fiyl katlâ* el hurru Bil hurri vel abdu Bil abdi vel ünsâ Bil ünsâ* femen ufiye lehu min ahıyhi şey’ün fettiba’un Bil ma’rûfi ve edâün ileyhi Bi ıhsan* zâlike tahfiyfün min Rabbiküm ve rahmetün, femenı’tedâ ba’de zâlike felehu azâbun eliym;

Ey iman edenler, öldürme olaylarında kısas (eşitlik esasına dayalı uygulama) yazıldı üzerinize! Hürriyeti olana hür olan, köleliği yaşayana köle olan, dişiliği yaşayana da dişi kısas olur. Katil eğer öldürdüğünün kardeşi (veya vârisi) tarafından (kısmen) affa uğrarsa, o takdirde örfe uyulmalı, (diyeti) ödenmelidir. Bu da Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan sonra haddi aşarsa ona feci bir azap vardır.

179-) Ve leküm fiylkısası hayatün yâ ulil’elbâbi lealleküm tettekun;

Sizin için kısasta hayat vardır. Derin düşünen akıl sahipleri... Tâ ki böylece korunursunuz.

180-) Kütibe aleyküm izâ hadara ehadekümül mevtü in terake hayra* elvasıyyetü lilvalideyni vel akrabiyne Bil ma’rûf* hakkan alel müttekıyn;

Birinize ölüm yaklaştığında eğer bir hayır (miras - mal) bırakacaksa, ana-babası veya akrabaları için vasiyet etsin. Bu korunmak isteyenler için bir haktır!

181-) Femen beddelehû ba’de ma semi’ahû feinnema ismuhû alelleziyne yübeddilûnehu, innAllâhe Semiy’un Aliym;

Artık kim bunu işittikten sonra (vasiyeti uygulamazsa), onun suçu yalnızca onu değiştirenin üzerinedir. Muhakkak ki Allâh Semi’dir, Aliym’dir.

182-) Femen hafe min mûsın cenefen ev ismen feasleha beynehüm felâ isme aleyh* innAllâhe Ğafûr’un Rahıym

Kim vasiyet edenin hata yapmasından ya da bilerek yanlış yapmasından korkup, (vârisler arasında) arabuluculuk yaparsa, onun üzerine bir suç yoktur. Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.

124 / 188

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!