Kasas Sûresi: 1-88

AÇIKLAMA:

 

Kasas Sûresi, rivayetleri değerlendirmemize göre Ebû Tâlib’in vefatından sonra, isrâ ve hicret’ten önce nâzil olmuştur!..

Tavasiyn”in üçüncü ve son sûresi olan Kasas Sûresi, kaynak tertiplerde İsra’ Sûresi’nden önceye yerleştirilmiştir!.. Biz de bunu tercih ettik!..

Fakat hem Kasas Sûresi ve hem de İsra’ Sûre’si gelenekteki mevcut yerlerinde (Neml-Yûnus arasında; o süreçte) uygun görünmemektedir!.. Çünkü bu aşamada henüz Ebû Tâlib vefat etmemiş ve İsrâ mucizesi meydana gelmemiştir!..

Oysa İsra’ Sûresi, İsrâ olayından sonra nâzil olmuştur ki İsra’ Sûresi’nin Yûnus ve onu takip eden sûreler, hatta HâMîm’ler den önce inzâl olması siyere uygun düşmemektedir!.. Kasas Sûresi’nin ise (56.âyetin sebeb-i nüzûl hikmeti gereği) Ebû Tâlib’in ölümünden önce inzâl olması mümkün görünmemektedir!..

Kasas Sûresi’nin sadece bazı âyetleri ile ilgili sebeb-i nüzûl rivayetleri vardır... Bunlardan en meşhûru ve sûre’nin yerinin belirlenmesinde önemli olan 56.âyet ile ilgili rivayetlerdir!..

Bu 56.âyetle ilgili esbâb-ı nüzûl kaynaklarındaki bazı rivayetler:

1. “Bu âyet, Rasûlullâh (s.a.v.)’in amcası olan ve ölürken iman etmeyen Ebû Tâlib hakkında nâzil olmuştur...

Ebû TâlibRasûlullâh (s.a.v.)’i himâye ediyor, ona yardımda bulunuyor ve onu şefkatle seviyordu... Ebû Tâlib'in ölüm hastalığında Rasûlullâh (s.a.v.), onu iman etmeye ısrarla davet etmişti... Fakat Ebû Tâlib, üzerinde bulunduğu bâtıl inançtan (ata-dede dininden) dönmemiş ve iman etmemiştir!”

2. Ebû Tâlib'in vefatı yaklaşınca, Rasûlullâh (s.a.v.), onun yanına vardı ve onun yanında Ebû Cehl ile Abdullâh B. Ebî Ümeyye'yi buldu... 

Rasûlullâh (s.a.v.) buyurdu ki:

Ey amcam, senden tek bir kelime’yi söylemeni istiyorum; “Lâ ilâhe illAllâh” kelimesini söyle ki, Allâh indînde senin lehine bir hüccetim olsun (Şefaat sahibi Rasûl’un şahidliği?)!” 

Bunun üzerine Ebû Cehl dedi ki:

Ey Ebû Tâlib, sen AbdulMuttalib'in dininden döner misin?

Rasûlullâh (s.a.v.) ise, devamlı ona “Lâ ilâhe illAllâh” (takva) kelimesini tekrar edip duruyordu (“(vefat etmek üzere olan) mevtâlarınıza Lâ ilâhe illAllâh’ı telkin edin!” hadîs?)!..

Nihayet Ebû Tâlib'in söylediği söz şu oldu:

Ben, AbdulMuttalib'in dinî üzereyim!” dedi ve “Lâ ilâhe illAllâh” demekten imtinâ’ etti! 

Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Vallâhi ben men olunmadığım müddetçe senin için istiğfârda bulunacağım!”

Bunun üzerine Allâh şu âyeti inzâl etti:

“Ne En Nebi’ye ne de iman edenlere, akraba dahi olsalar, ateş ehli oldukları açıkça belli olduktan sonra şirk koşanlar için bağışlanma dilemeleri olur şey değil (zira “Allâh şirki bağışlamaz”)! (Açıklaması şudur: Allâh kişinin beyninde öyle bir sistem oluşturmuştur ki; o sisteme göre şirk düşüncesi yani bir dışsal varlığa tapınma hâli yaşayan beyin kendi yapısında bulunan ilâhî kuvvetleri harekete geçirme yetisinden mahrum kalır.)”  (Tevbe: 113)

3. Muhammed Mustafa-2’de geçen rivayet:

 

“Nihayet bu durum (Ebû Tâlib’in hastalığı) son haddine varınca; Efendimiz AleyhisSelâm amcasının yanına varmış ve ona şöyle hitap etmişti: 

− Ey amcam, gel artık mübarek sözü söyle de kıyamet gününde onunla ben sana şehâdet edeyim… O söz kurtuluşuna vesile olsun… 

Ebû Tâlib ise yanında bulunanlara bakıp şöyle cevap verdi: 

− Ey kardeşim oğlu, ardımdan bana bunaklık atfetmelerinden korkmasaydım... Ölümden korkarak o sözü söylediğimi arkamdan söylememelerini istediğim için sana o mübarek kelimeleri söylemeyeceğim... Zira arkamdan, ölümden korktu da ondan kelime-i şehâdet getirdi demelerini istemem hiçbir zaman... 

Buna rağmen Efendimiz AleyhisSelâm, Ebû Tâlib’i Kelime-i Tevhîd’i getirmeye (Lâ ilâhe illAllâh demeye) davet ediyordu... O sırada odada bulunan Ebu Cehil ile Abdullâh bin Ümeyye ise ona Kelime-i Tevhîd’i söyletmemek için ısrar ediyorlardı: 

− Yâ Ebâ Tâlib, Abdulmuttalib dininden ve milletinden yüz mü çevireceksin?.. 

Buna rağmen Efendimiz AleyhisSelâm hâlâ ısrar ediyordu amcasının Kelime-i Tevhîd’i söylemesi için... 

Bu sırada Ebû Tâlib konuştu; kendisini kastederek: 

− O, Abdulmuttalib dini ve milleti üzeredir!.. 

Efendimiz AleyhisSelâm’ın ise içi bir türlü razı olmuyordu, kendisine bunca iyiliği dokunan amcasının cahiliyet ölümü ile ölmesine... Yemin ederek şöyle konuştu: 

− Amca, şunu iyi bil ki, Allâh tarafından men oluncaya kadar, senin bağışlanman için dua edeceğim...

Bu arada bazı rivayetlerde Ebû Tâlib’in son nefesini verirken Kelime-i Tevhîd’i söylediği rivayet edilirse de, maalesef bu sahih bir rivayet olarak ulaşmamaktadır…” 

 

Bu rivayetler –bazı müşkülleriyle beraber- Kasas: 56’nın, Ebû Tâlib hakkında olduğunu kesin belirtir... Elbette “Sebeb’in husûsiliği, hükmün umûmiliğini iptal etmez!” kaidesi de geçerlidir!..

Asıl düşünülesi olan husus şudur:

Ebû Tâlib ve Mekke müşrikleri, Allâh’ı inkâr eden mülhıd/ateist insanlar değillerdi!.. Hatta “ehli humus” olarak kendilerini en muhafazakâr dindâr ve “harem”in sâkinleri olarak “Allâh’ın yakınları” kabul ederlerdi!.. Peki “Allâh”ı kesin olarak kabul edip, O’na daha yakîn olmak için gayret gösterdikleri hâlde “Lâ ilâhe illAllâh” diyememe sebepleri ne idi?!..

Oysa Hz. Rasûlullâh (s.a.v.), Mekke çarşılarında: “Ey insanlar, Lâ ilâhe illAllâh deyin ki kurtuluşa eresiniz!”; Kureyş’e: “Bir tek kelime (Lâ ilâhe illAllâh) için bana icâbet etmenizi istiyorum ki, bu sayede bütün araplar size boyun eğecek ve bütün a’cem (arap olmayanlar) de size cizye/haraç verecek!”; Ebû Tâlib’e: “Yâ ammiy (ey amcam)!.. Lâ ilâhe illAllâh kelimesini söyle, mahşer gününde onunla ben sana şehâdet edeyim; söz, kurtuluşuna vesile olsun!” diye sesleniyordu!..

Adını, anlattığı Hz. Musa bağlantılı kıssalar dolayısıyla, 25.âyetinde de geçen “el-Kasas”dan alan Kasas Sûresi dolayısıyla Kurân’daki “kıssa” anlatımlarıyla ilgili bir açıklama:

Kurân’da insan (halife beyin) için dikkate alınası en önemli iki husus:

1. “Allâh” ismiyle işaret edilene ait tanımlama ve isimlendirmeler (halife beynin hakikati)!..

2. Halife beynin statüsünü yaşayan Rasûl/Nebi/Velî denilen mucize örnekler!..

Kurân’daki kıssalar’da geçen Rasûl/Nebiler, öncelikle Hz. Rasûlullâh (a.s)’a (ve müminlere); onların muhatap ve toplumlarının durum ve âkıbetleri de Hz. Rasûlullâh (a.s)’ın muhataplarına yönelik örnek ve ibretlerdir!.. 

“Kıssa”ları ile belirgin olan sûreleri dikkate aldığımızda, Hz. Rasûlullâh (a.s)’a özellikle Hz. İbrahim ve Hz. Musa veya bunlardan birinin (özellikle Hz. Musa; önceki en önemli Nebi) örnekliği verilir, sonra sûrenin temasına göre diğer Rasûl/Nebiler’den kıssa edilir veya haber verilir!..

Kurân’da en çok Hz. Musa (a.s)’ın kıssası anlatıldığı için, ehli tefsir şöyle demişlerdir: “Kâdel Kur’ân’u en yekûne Musa= Kur’ân, az kalsın Musa oldu!”

Kıssalardan maksad, tarihi bir olayı hikâye etmek veya biyografi anlatmak değildir!.. Zaten anlatım tarzı, tarihi bir olayı anlatır gibi değildir!.. “BEYİN”in iki yönü olan hilâfet ve beşeriyet kemâlatlarına ait örneklerdir!..

 

“B”İsmillâhir Rahmânir Rahıym

1-) Taa Siiiyn Miiiym;

Ta, Siin, Miiim.

2-) Tilke ayatul Kitabil mubiyn;

İşte bunlar O Kitab-ı Mubiyn’in (apaçık ortada olan Evrenin {KİTAP} sistem ve düzeninin) işaretleridir.

3-) Netlu aleyke min nebei Musa ve fir’avne Bil Hakkı li kavmin yu’minun;

İman eden bir kavim için, Musa ve Firavun’un haberinden bir kısmını sana Hak olarak tilavet edeceğiz.

4-) İnne fir’avne alâ fiyl Ardı ve ce’ale ehleha şiye’an yestad’ıfü taifeten minhüm yüzebbihu ebnaehüm ve yestahyiy nisaehüm* innehu kâne minel müfsidiyn;

Muhakkak ki Firavun o bölgede üstünlük kurmuş ve oranın halkını çeşitli sınıflara bölmüştü. Onlardan bir sınıfı aciz bırakıp aşağılamak için, onların oğullarını boğazlıyor ve kadınlarını diri bırakıyordu... Muhakkak ki o, bozgunculardandı.

5-) Ve nüriydü en nemünne alelleziynestud’ıfu fiyl Ardı ve nec’alehüm eimmeten ve nec’alehümül varisiyn;

Biz de diledik ki, o bölgedeki âciz bırakılıp aşağılananlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve kendilerini vârisler kılalım.

6-) Ve nümekkine lehüm fiyl Ardı ve nüriye fir’avne ve hamane ve cünudehüma minhüm ma kânu yahzerun;

Onları o bölgede güvenli kılalım; Firavun’u, Haman’ı (başrahibi) ve o ikisinin ordularını korktuklarına uğratalım!

7-) Ve evhaynâ ila ümmi Musa en ardı’îh* feizâ hıfti aleyhi feelkıyhi fiylyemmi ve lâ tehafiy ve lâ tahzeniy* inna radduhu ileyki ve ca’ıluhu minel murseliyn;

Musa’nın anasına şöyle vahyettik: “Onu emzir... Onun hakkında korktuğunda da Onu nehre (Nil’e) bırak... Korkma, mahzun olma! Muhakkak ki biz Onu sana geri döndüreceğiz ve Onu Rasûllerden kılacağız.”

8-) Feltekatahu alü fir’avne li yekûne lehüm adüvven ve hazena* inne fir’avne ve hamane ve cünudehüma kânu hatıiyn;

Firavun’un ailesi Onu kaybolmuş çocuk olarak bulup aldı. Kendileri için düşman ve hüzün vesilesi olacağı için... Muhakkak ki Firavun, Haman ve o ikisinin orduları yanlış işler yapıyordu!

9-) Ve kaletimraetü fir’avne kurretü aynin liy ve lek* lâ taktüluh* asâ en yenfe’ana ev nettehızehu veleden ve hüm lâ yeş’urun;

Firavun’un karısı dedi ki: “Benim için de senin için de göz aydınlığıdır (bu çocuk). Onu öldürmeyin! Umulur ki bize faydalı olur yahut Onu evlat ediniriz”... Onlar (işin) farkında değillerdi.

10-) Ve asbeha fuadü ümmi Musa fariğa* in kâdet letübdiy Bihi lev lâ en rabatnâ alâ kalbiha litekûne minel mu’miniyn;

Musa’nın anasının gönlü çocuğundan başka şey düşünmez oldu... İman edenlerden olması için eğer güven duygusu vermeseydik, az kalsın onu açıklayacaktı.

11-) Ve kalet liuhtihi kussıyh* febesuret Bihi an cünübin ve hüm lâ yeş’urun;

(Musa’nın anası, Musa’nın) kız kardeşine dedi ki: “Onu izle”... (O da) onlar farkında olmaksızın, Onu uzaktan gözledi.

12-) Ve harramnâ aleyhil meradı’a min kablü fekalet hel edüllüküm alâ ehli beytin yekfülunehu leküm ve hüm lehu nasıhun;

Önce, Ona sütanneleri haram kıldık (Musa hiçbir kadından süt emmedi)(kız kardeşi) dedi ki: “Sizin namınıza Onun bakımını üstlenip yetiştirecek bir aile göstereyim mi?” diye akıl verdi.

13-) Feradednahü ila ümmihi key tekarre aynüha ve lâ tahzene ve lita’leme enne va’dAllâhi Hakkun ve lakinne ekserehüm lâ ya’lemun;

Nihayet Onu anasına geri döndürdük ki, gözü aydın olsun, mahzun olmasın ve bilsin ki, Allâh’ın vaadi Hak’tır... Fakat onların çoğu bilmezler.

14-) Ve lemma beleğa eşüddehu vesteva ateynahu hükmen ve ılma* ve kezâlike neczil muhsiniyn;

(Musa) olgunluğa erişip (33 yaş) daha sonra da (olgunluğun getirisi olan, olayları hakkıyla değerlendirme) yaşına eriştiğinde (40 yaş)Ona hüküm ve ilim verdik... Muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

15-) Ve dehalel mediynete alâ hıyni ğafletin min ehliha fevecede fiyha racüleyni yaktetilan* hazâ min şî’atihi ve hazâ min adüvvih* festeğasehülleziy min şî’atihi alelleziy min adüvvih* fevekezehu Musa fekada aleyh* kale hazâ min ameliş şeytan* innehu adüvvün mudıllün mubiyn;

(Musa) herkesin kendi dünyasına çekilmiş olduğu bir saatte şehre girdi... Orada birbirini öldürmeye çalışan iki kişi gördü... Biri Onun halkından, öbürü de Onun düşmanındandı... Onun halkından olan, düşmanına karşı Musa’dan yardım istedi... Musa da ona bir yumruk vurup öldürdü... (Sonra) dedi ki: “Bu, şeytanın (bedenselliğin - bedensel bağların) işindendir. Muhakkak ki o (şeytan - kendini beden kabullenmek), apaçık saptırıcı bir düşmandır.”

16-) Kale Rabbi inniy zalemtü nefsiy fağfir liy feğafere leh* inneHU HUvel Ğafûrur Rahıym;

“Rabbim! Doğrusu ben nefsime (hakikatime) zulmettim (kendimi beden dünyasına ait kabullenmekle), beni mağfiret et!” dedi (Musa)... (Rabbi de) Onu mağfiret etti. Kesinlikle “HÛ” Ğafûr’dur, Rahıym’dir.

17-) Kale Rabbi Bima en’amte aleyye felen ekûne zahiyren lilmücrimiyn;

(Musa) dedi ki: “Rabbim, varlığımdaki nimetlerine yemin ederim ki, (aidiyet duygusuna kapılarak) suçlulara asla arka çıkmayacağım.”

18-) Fe asbeha fiyl mediyneti haifen yeterakkabu feizellezistensarehu Bil emsi yestasrihuh* kale lehu Musa inneke leğaviyyün mubiyn;

(Musa) şehirde (etrafı) gözetleyerek korku içinde sabahladı... Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen (yine) Ona feryat ediyor... Musa ona dedi ki: “Muhakkak ki sen apaçık bir azgınsın!”

19-) Felemma en erade en yebtışe Billeziy huve adüvvün lehüma, kale ya Musa etüriydü en taktüleniy kema katelte nefsen Bil’ ems* in türiydü illâ en tekûne cebbaren fiyl Ardı ve ma türiydü en tekune minel muslihıyn;

(Musa) ikisinin de düşmanı olanı (kendi halkından olana tekrar yardım amaçlı olarak) yakalamak isteyince, (o kişi) dedi ki: “Ey Musa... Dün birini katlettiğin gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sadece bir zorba olmak istiyorsun buralarda; işleri düzeltmek gibi bir arzun yok!”

20-) Ve cae racülün min aksal mediyneti yes’a* kale ya Musa innel melee ye’temirune Bike li yaktüluke fahruc inniy leke minen nasıhıyn;

Şehrin uzak ucundan bir adam koşarak geldi... Dedi ki: “Ey Musa! Şehrin ileri gelenleri, senin öldürülmen konusunu tartışıyorlar... Kaç buradan... Şüphesiz sana öğüt verenlerdenim.”

21-) Feharece minha haifen yeterakkab* kale Rabbi necciniy minel kavmiz zâlimiyn;

Bunun üzerine (Musa) korkarak, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı... (Musa) dedi ki: “Rabbim, zâlim toplumdan beni kurtar!”

22-) Ve lemma teveccehe tilkae Medyene kale asâ Rabbiy en yehdiyeniy sevaessebiyl;

Medyen (Şuayb a.s.ın memleketi) tarafına yöneldiğinde (Musa) dedi ki: “Umulur ki Rabbim, düzlüğe çıkartır!”

23-) Ve lemma verade mae Medyene vecede aleyhi ümmeten minenNasi yeskun* ve vecede min dunihimümraeteyni tezûdan* kale ma hatbüküma* kaleta lâ neskıy hatta yusdirer ri’aü ve ebuna şeyhun kebiyr;

(Musa) Medyen su kuyularına ulaşınca, hayvanlarını sulayan bir grup gördü. Az ötede de iki kız, hayvanlarını sulamak için sıra bekliyordu. (Musa) sordu: “Nedir derdiniz ne bekliyorsunuz?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp dönene kadar biz sulayamayız... Babamız da çok ihtiyardır bu işe gelemez!”

24-) Feseka lehüma sümme tevella ilezzılli fekale Rabbi inniy lima enzelte ileyye min hayrin fakıyr;

Bunun üzerine (Musa), onlar namına suladı... Sonra gölgeye geri dönüp niyaz etti: “Rabbim, şüphesiz ki, bana nasip ettiğin hayırdan (kaçıp kurtulduktan) sonra, çok yoksul kaldım!”

25-) Fecaethü ihdahüma temşiy alestihya’* kalet inne ebiy yed’uke liyecziyeke ecre ma sekayte lena* felemma caehu ve kassa aleyhil kasasa, kale lâ tehaf, necevte minel kavmizzâlimiyn;

O iki kızdan biri utangaç bir hâlde Ona (Musa’ya) geldi... Dedi ki: “Babam, hayvanlarımızı sulamanın karşılığını ödemek amacıyla seni davet ediyor”... (Musa) Şuayb’a gelip Ona hikâyesini anlattığında, (Şuayb) dedi ki: “Korkma! O zâlim toplumdan kurtuldun!”

26-) Kalet ihdahüma ya ebetiste’cirh* inne hayre meniste’certel kaviyyül emiyn;

İkisinden (kızlardan) biri dedi ki: “Ey babacığım, Onu işe al... Şüphesiz, bir ücretle çalıştırdıkların arasında en hayırlısıdır; güçlü, sözünde durandır.”

27-) Kale inniy üriydü en ünkihake ıhdebneteyye hateyni alâ en te’cüreniy semaniye hıcec* fein etmemte aşren femin ındik* ve ma üriydü en eşukka aleyk* setecidüniy inşaAllâhu minas salihıyn;

(Şuayb Musa’ya) dedi ki: “Ben, sekiz sene bana çalışman karşılığında şu iki kızımdan birini sana nikâhlamayı diliyorum... Eğer on seneye tamamlarsan, senin derûnunun getirisidir! Sana zorluk vermek istemem... İnşâAllâh beni sâlihlerden bulacaksın.”

28-) Kale zâlike beyniy ve beynek* eyyemel eceleyni kadaytü fela udvane aleyy* vAllâhu alâ ma nekulü Vekiyl;

(Musa) dedi ki: “O (süre şartı) seninle benim aramda! İki süreçten hangisini tamamlarsam tamamlayayım, bana kızmak yok... Allâh, sözümüze Vekiyl’dir.”

29-) Felemma kadâ Musel’ecele ve sare Bi ehlihi anese min canibıtTuri narâ* kale liehlihimküsû inniy anestü naren lealliy atiyküm minha Bi haberin ev cezvetin minennari lealleküm tastalun;

Musa o süreci tamamlayıp ailesi ile yola çıkınca, Tur’un tarafından bir ateş algıladı... Ailesine dedi ki: “Durun, şüphesiz ben bir ateş algıladım... Belki ondan size bir haber getiririm yahut o ateşten bir kor getiririm de belki ısınırsınız.”

30-) Felemma etaha nudiye min şatıılvadil’ Eymeni fiyl buk’atil mübareketi mineş şecereti en ya Musa inniy ENAllâhu Rabbül alemiyn;

Oraya geldiğinde, o mübarek yerde Eymen Vadisi’nin kıyısından, o ağaçtan: “Yâ Musa! Kesinlikle ben Allâh’ım âlemlerin Rabbi olan!” diye nida edildi.

31-) Ve en elkı asâk* felemma reaha tehtezzü keenneha cannün vella müdbiren ve lem yüakkıb* ya Musa akbil ve lâ tehaf* inneke minel aminiyn;

“Asanı at!”... (Musa) sanki ince küçük yılan gibi titreyip hareket ediyor görünce (asasını), arkasına bakmadan dönüp kaçtı ondan... (Allâh buyurdu): “Yâ Musa, geri dön ve korkma! Muhakkak ki sen güvendekilerdensin!”

32-) Üslük yedeke fiy ceybike tahruc beydae min ğayri su’in, vadmüm ileyke cenâhake minerrehbi fezânike burhanani min Rabbike ila fir’avne ve meleih* innehüm kânu kavmen fasikıyn;

“Elini koynuna sok, sağlıklı bembeyaz çıkar! Korkudan kaldırdığın kollarını da indir, rahatla! İşte bu ikisi, Firavun ve onun ileri gelenlerine, Rabbinden iki delildir... Muhakkak ki onlar inançları bozuk bir toplumdurlar.”

33-) Kale Rabbi inniy kateltü minhüm nefsen feehafü en yaktülun;

(Musa) dedi ki: “Rabbim, doğrusu ben onlardan bir kişiyi öldürdüm; bu yüzden beni öldürmelerinden korkarım.”

34-) Ve ehıy Harunu huve efsahu minniy lisanen feersilhu me’ıye rid’en yusaddikuniy* inniy ehafü en yükezzibun;

“Kardeşim Harun var ya, lisan itibarıyla o benden daha rahat konuşur! Onu, destekleyici olarak benimle birlikte irsâl et. Şüphesiz ki ben, yalanlamalarından korkuyorum.”

35-) Kale seneşüddü adudeke Bi ehıyke ve nec’alü leküma sultanen fela yesılune ileyküma Bi âyâtiNA* entüma ve menittebeakümel ğalibun;

(Allâh) buyurdu: “Kardeşin olarak kollarına kuvvet vereceğiz; ikiniz için öyle bir kuvvet oluşturacağız ki, işaretlerimiz olarak size erişemeyecekler! Siz ikiniz ve ikinize tâbi olanlar, galiplersiniz.”

36-) Felemma caehüm Musa Bi âyâtiNA beyyinatin kalu ma hazâ illâ sıhrun müfteren ve ma semı’na Bihazâ fiy abainel’evveliyn;

Musa onlara apaçık delillerimiz olarak gelince, dediler ki: “Bu uydurulmuş bir sihir! Önceki atalarımızdan böyle bir şey işitmedik.”

37-) Ve kale Musa Rabbi a’lemu Bi men cae Bil hüda min ındiHİ ve men tekûnü lehu akıbetüd dar* innehu lâ yüflihuz zâlimun;

Musa dedi ki: “Rabbim daha iyi bilir, O’nun indînden kimin hakikat kılavuzu olarak geldiğini ve yurdun, sonunda kimin olacağını... Muhakkak ki zulmedenler kurtulamazlar.”

38-) Ve kale fir’avnü ya eyyühelmeleü ma alimtü leküm min ilâhin ğayriy* Feevkıd liy ya Hamanü alettıyni fec’al liy sarhan lealliy ettali’u ila ilâhi Musa ve inniy le ezunnühu minel kâzibiyn;

Firavun dedi ki: “Ey önderler... Sizin için benden gayrı bir tanrı bilmemekteyim! Ey Haman, tuğla ocağı yak da (tuğladan) bir kule inşa et, belki tepesine çıkar Musa’nın her şeyin üstündeki Tanrısını görürüm! Doğrusu ben Onun yalancılardan olduğunu düşünüyorum!” (Kadim Hakikat bilgisini elde eden Firavun, bunu şuurun sınırsız kuşatıcılığıyla tüm varlıkta müşahede yerine; birimselliğine hasrederek bedenselliğine vermiş ve bedenselliğinde dilediğini yapma noktasına, nefs-i emmâre yaşamına düşmüştü. Bu yüzdendir ki Musa a.s. ona hakikat bilgisini aktarmak yerine yani Allâh’a iman yerine, Rabb-ül âlemîn’e iman noktasına çekerek, uyarı yapmıştı. Yani Tüm varlıkta tedbir eden Esmâ mertebesine dikkatini çekerek hayalindeki vahdeti bedenselliğinde yaşamak yerine tüm varlığa yaygın Esmâ mânâları çıkışına iman etmesini teklif etmişti. A.H.)

39-) Vestekbere huve ve cünudühu fiyl Ardı Bi ğayril Hakkı ve zannu ennehüm ileyna lâ yurce’un;

O ve onun orduları, Hak’sız olarak yeryüzünde büyüklenmek istediler ve sandılar ki bize döndürülmeyecekler!

40-) Feehaznâhu ve cünudehu fenebeznahüm fiyl yemmi, fenzur keyfe kâne akıbetüz zâlimiyn;

Bunun üzerine Onu ve ordularını tuttuk da denize attık... Zulmedenlerin sonu nasıl oldu bir bak!

41-) Ve ce’alnahüm eimmeten yed’une ilennar* ve yevmel kıyameti lâ yunsarun;

Biz onları, ateşe çağıran önderler kıldık... Kıyamet sürecinde de yardım olunmazlar.

42-) Ve etba’nahüm fiy hazihid dünya lâ’neten ve yevmel kıyameti hüm minel makbuhıyn;

Şu dünyada bir lânet taktık peşlerine... Kıyamet gününde ise onlar nefretle bakılanlardan olurlar.

43-) Ve lekad ateyna Musel Kitabe min ba’di ma ehleknel kurunel ûla besaire linNasi ve hüden ve rahmeten leallehüm yetezekkerun;

Andolsun ki, ilk nesilleri helâk ettikten sonra, Musa’ya Hakikat BİLGİsini (Kitap); insanlar için hakikati gösterici, hakikate erme kılavuzu ve rahmet (kendilerindeki Esmâ kuvvelerini keşfedip yaşama) olarak verdik; belki anıp değerlendirirler diye.

44-) Ve ma künte Bi canibil ğarbiyyi iz kadayna ila Musel’emre ve ma künte mineş şahidiyn;

Sen batı tarafında değildin biz Musa’ya o emri hükmettiğimizde... Şahitlerden de değildin.

45-) Ve lakinna enşe’na kurunen fetetavele aleyhimül ‘umur* ve ma künte sâviyen fiy ehli medyene tetlu aleyhim âyâtina ve lakinna künna mursiliyn;

Bu arada nice nesiller oluşturduk, yaşayıp geçip gittiler... Sen Medyen halkı içinde de yaşamış değildin ki işaretlerimizi onlara bildiresin... Biziz Rasûlleri irsâl eden!

46-) Ve ma künte Bi canibit Turi iz nadeyna ve lâkin rahmeten min Rabbike litünzire kavmen ma etahüm min neziyrin min kablike leallehüm yetezekkerun;

Biz (Musa’ya) hitap ettiğimizde sen Tur tarafında değildin... Ne var ki, Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarman için (bu bilgiler sana vahyoldu). Umulur ki üzerinde düşünürler.

47-) Ve levla en tusiybehüm musıybetün Bima kaddemet eydiyhim feyekulu Rabbena levla erselte ileyna Rasûlen fenettebi’a âyâtike ve nekûne minel mu’miniyn;

Kendi elleriyle yaptıklarının sonucu olarak (Sünnetullâh sonucu) onlara bir musibet isâbet ettiğinde: “Rabbimiz... Bari bize bir Rasûl irsâl etseydin de senin işaretlerine uysaydık ve iman edenlerden olsaydık” diyecek olmasalardı (Rasûl irsâl etmezdik).

48-) Felemma caehümül Hakku min ındiNA kalu levla utiye misle ma utiye Musa* evelem yekfüru Bima utiye Musa min kabl* kalu sıhrani tezahera* ve kalu inna Bi küllin kafirun;

Oysa indîmizden kendilerine Hak (Rasûl) geldiğinde dediler ki: “Neden Musa’ya verilmiş olanın (mucizelerin) benzeri (Ona da)verilmedi?” Daha önce Musa’ya verilmiş olanı inkâr etmemişler miydi? “Birbirini destekleyen iki sihir” demişlerdi... Ayrıca: “Muhakkak ki biz bunların hepsini inkâr ediyoruz” dediler.

49-) Kul fe’tu Bi Kitabin min indillâhi huve ehda minhüma etebı’hu in küntüm sadikıyn;

De ki: “Eğer sözünüzde sadıksanız, bu ikisinden (Kur’ân ve Tevrat’tan) daha doğru yolu gösteren Allâh indînden bir bilgi (kitap)getirin de ona tâbi olayım!”

50-) Fein lem yesteciybu leke fa’lem ennema yettebi’une ehvaehüm* ve men edallu mimmenittebe’a hevahu Bi ğayri hüden minAllâh* innAllâhe lâ yehdil kavmez zâlimiyn;

Çağrına uymazlarsa, bil ki onlar yalnızca kendi asılsız hayallerine tâbi oluyorlar! Allâh yerine (hakikatleri Esmâ mertebesinden, kendilerinde açığa çıkan hakikat ilmi olmaksızın), kendi (vehminin getirisi olan) hayal ve tasavvurlarına tâbi olandan daha sapkın kimdir? Muhakkak ki Allâh zâlimler kavmini hidâyet etmez.

51-) Ve lekad vassalnâ lehümül kavle leallehüm yetezekkerun;

Andolsun ki onlara sözümüzü ardı ardına ulaştırdık... Umulur ki hatırlayıp düşünürler!

52-) Elleziyne ateynahümül Kitabe min kablihi hüm Bihi yu’minun;

Ondan önce kendilerine Hakikat BİLGİsi (Kitap) verdiğimiz kimseler var ya, onlar O’na (hakikatlerine) iman ederler.

53-) Ve izâ yütla aleyhim kalu amenna Bihİ innehül hakku min rabbina inna künna min kablihi müslimiyn;

Onlara bildirildiğinde: “Biz O’na iman ettik... Muhakkak ki O, Rabbimizden Hak’tır... Doğrusu biz O’ndan önce de, Rabbimize teslim olmuşluğumuzun farkındaydık!” dediler.

54-) Ülaike yü’tevne ecrehüm merreteyni Bima saberu ve yedreune Bil hasenetisseyyiete ve mimma rezaknahüm yünfikun;

İşte onlara sabrettikleri için bunun karşılığı iki kere verilir... Bunlar, kötülüğü güzel davranışla yok ederler ve beslediğimiz yaşam gıdalarından karşılıksız bağışlarlar.

55-) Ve izâ semi’ullağve a’redu anhü ve kalu lena a’malüna ve leküm a’malüküm* selâmün aleyküm* lâ nebteğıl cahiliyn;

Boş laf, dedi-kodu işittiklerinde ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: “Bizim yaptıklarımız bizim, sizin fiillerinizin sonucu da sizindir! Selâmu aleyküm! Cahilleri istemeyiz! (Hakikati kavramayanlarla konuşacak bir şeyimiz yoktur!)

56-) İnneke lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa’* ve HUve a’lemu Bil mühtediyn;

Kesinlikle sen, sevdiğini hakikate erdiremezsin! Ne var ki Allâh dilediğini hakikate yönlendirir! “HÛ” hakikati yaşayacakları bilir! (Çünkü kendi Esmâ’sıyla o istidat ve kabiliyette yaratmıştır onları.)

57-) Ve kalu in nettebi’ıl hüda meake nütehattaf min Ardına* evelem nümekkin lehüm Haramen Aminen yücba ileyhi semeratü külli şey’in rizkan min ledünNA ve lâkinne ekserehüm lâ ya’lemun;

Dediler ki: “Eğer seninle birlikte hakikate uyarsak, yerimizden sökülüp çıkarılırız”... Biz onları, indîmizden (lütfederek), yaşam gıdası olarak her şeyin ürünlerinin toplandığı, güvenli bir Harem’e yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğunluğu (kıymetini)bilmezler.

58-) Ve kem ehlekna min karyetin batırat maîşeteha* fetilke mesakinühüm lem tüsken min ba’dihim illâ kaliyla* künna nahnül varisiyn;

Dünyalığın getirdiği refahla şımarmış nice şehri yok ettik! İşte onların meskenleri! Onlardan sonra, azı hariç, oturanı olmadı! Vârisler biz idik.

59-) Ve ma kâne Rabbüke mühlikel kura hatta yeb’ase fiy ümmiha Rasûlen yetlu aleyhim âyâtiNA* ve ma künna mühlikil kura illâ ve ehlüha zâlimun;

Rabbin, kendilerine işaretlerimizi bildiren bir Rasûlü, ileri gelenler arasında bâ’s etmedikçe, o ülke halkını yok etmez! Zaten biz sadece ahalisi zâlim olan şehirleri yok etmişizdir.

60-) Ve ma utiytüm min şey’in femeta’ul hayatid dünya ve ziynetüha* ve ma indAllâhi hayrun ve ebka* efela ta’kılun;

Size verilen şeyler, ancak dünya yaşamının dünyalığı ve onun bir süsüdür (keyiflendiricisidir)! Allâh indîndeki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır... Aklınız almıyor mu?

61-) Efemen ve’adnahu va’den hasenen fehuve lakıyhi kemen metta’nahu metaal hayatid dünya sümme huve yevmel kıyameti minel muhdariyn;

Kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz, böylece de ona kavuşan kimse; dünya yaşamının geçici dünyalığı ile kendisini faydalandırdığımız, sonra da kıyamet sürecinde zorunlu geleceklerden olan kimse gibi midir?

62-) Ve yevme yünadiyhim feyekulü eyne şürekâiyelleziyne küntüm tez’umun;

O süreçte onlara (Allâh’a inandıklarını söyleyip yanı sıra tanrılar edinenlere) şöyle hitap edilir: “Ortaklarım sandıklarınız nerede?”

63-) Kalelleziyne hakka aleyhimül kavlü Rabbena haülailleziyne ağveyna* ağveynahüm kema ğaveyna* teberre’na ileyk* ma kânu iyyaNA ya’budun;

Bildirilen sözü hak etmiş olanlar dedi ki: “Rabbimiz... İşte şunlar saptırıp azdırdığımız kimseler... Kendimiz sapıp azdığımız gibi onları da azdırdık... Sana yöneldik, hüküm senin... Zaten onlar bize tapınmıyorlardı.”

64-) Ve kıyled’u şürekâeküm fede’avhüm felem yesteciybu lehüm ve raevül azâb* lev ennehüm kânu yehtedun;

Denildi ki: “Ortaklarınızı çağırın!” Bunun üzerine onları çağırdılar... (Fakat çağırılanlar) kendilerine cevap vermediler ve azabı gördüler! Onlar doğru yolu bulsalardı!

65-) Ve yevme yünadiyhim feyekulü ma zâ ecebtümül murseliyn;

O süreçte onlara nida eder de şöyle der: “Rasûllere ne cevap verdiniz?”

66-) Fe’amiyet aleyhimül enbaü yevmeizin fehüm lâ yetesaelun;

Oysa o süreçte tüm geçmişin haberleri onlara kapanır! Onlar birbirlerine de soramazlar!

67-) Feemma men tabe ve amene ve amile salihan fe’asâ en yekûne minel müflihıyn;

Fakat kim yanlışından pişmanlıkla geri dönüp, iman edip imanının gereğini uygularsa, (işte onun) kurtuluşa erenlerden olması umulur.

68-) Ve Rabbüke yahlüku ma yeşau ve yahtâr* ma kâne lehümül hıyeretü, subhAnAllâhi ve tealâ ‘amma yüşrikûn;

Rabbin dilediğini yaratır ve seçer! Onların ihtiyârı (seçim hakkı) yoktur! Allâh Subhan’dır! Şirk koştukları şeylerden Âli’dir!

69-) Ve Rabbüke ya’lemu ma tükinnü suduruhüm ve ma yu’linun;

Senin Rabbin onların içlerinde sakladığını da, açıkladıklarını da bilir.

70-) Ve HUvAllâhu lâ ilâhe illâ HU* leHUl Hamdu fiyl ula vel’ahireti, ve leHUl hükmü ve ileyHi turce’un;

“HÛ” Allâh’tır, tanrı yoktur; sadece “HÛ”! Baştan sona Hamd O’na aittir ve dahi hüküm O’na aittir; O’na rücu ettiriliyorsunuz.

71-) Kul eraeytüm in ce’alAllâhu aleykümül leyle sermeden ila yevmil kıyameti men ilâhun ğayrullahi ye’tiyküm Bi dıya’* efela tesme’un;

De ki: “Düşünün bakalım... Eğer Allâh geceyi kıyamet sürecine kadar üzerinize sürekli kılsa, Allâh dışında size ışık olacak tanrı mı var? İşitmiyor musunuz?”

72-) Kul eraeytüm in ce’alellahu aleykümün nehare sermeden ila yevmil kıyameti men ilâhun ğayrullahi ye’tiyküm Bi leylin teskünune fiyh* efela tubsırun;

De ki: “Düşünün bakalım... Eğer Allâh gündüzü kıyamet sürecine kadar üzerinize sürekli kılsa, Allâh dışında, içinde sükûn bulacağınız bir gecenizi oluşturacak tanrı mı var? Bunu görmüyor musunuz?”

73-) Ve min rahmetiHİ ce’ale lekümül leyle ven nehare liteskünu fiyhi ve litebteğu min fadliHİ ve lealleküm teşkürun;

Rahmetinden sizin için geceyi ve gündüzü oluşturdu ki, (gecede) dinlenesiniz, (gündüzde) O’nun lütfundan talep edesiniz ve şükredesiniz (değerlendirerek müteşekkir olasınız).

74-) Ve yevme yünadiyhim feyekulü eyne şürekâiyelleziyne küntüm tez’umun;

O süreçte onlara hitap eder, şöyle der: “Nerede o ortaklarım zannettikleriniz?”

75-) Ve neza’na min külli ümmetin şehiyden fekulna hatu burhaneküm fealimu ennel Hakka Lillâhi ve dalle anhüm ma kânu yefterun;

Her ümmetten bir şahit (Rasûl) çıkartıp dedik ki: “Hadi kesin delilinizi getirin!” Bunun üzerine bildiler ki Hak Allâh içindir! Uydurdukları şeyler de, kendilerinde kaybolup gitti!

76-) İnne Karune kâne min kavmi Musa febeğa aleyhim* ve ateynahu minel künuzi ma inne mefâtihahu letenuü Bil usbeti ülil kuvveti, iz kale lehu kavmühu lâ tefrah innAllâhe lâ yuhıbbül ferihıyn;

Muhakkak ki Karun, Musa’nın kavminden idi de onlara haddi aşıp zulmetti... Ona öyle hazineler vermiştik ki onların anahtarları güçlü bir gruba ağır gelirdi... Hani yurttaşları ona dedi ki: “Şımarma, muhakkak ki Allâh şımarıp taşkınlık gösterenleri sevmez.”

77-) Vebteğı fiyma atakellahüd darel’ ahırete ve lâ tense nasıybeke mined dünya ve ahsin kema ahsenAllâhu ileyke ve lâ tebğıl fesade fiyl Ard* innAllâhe lâ yuhıbbül müfsidiyn;

“Allâh’ın sana verdiklerinden, gelecek yurdunu (kazandıracaklarını) iste, dünyadan da nasibini unutma! Allâh sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et! Yeryüzünde bozgunculuk yapma! Muhakkak ki Allâh bozgunculuk yapanları sevmez!”

78-) Kale innema utiytühu alâ ılmin ındiy* evelem ya’lem ennAllâhe kad ehleke min kablihi minel kuruni men hüve eşeddü minhu kuvveten ve ekseru cem’a* ve lâ yüs’elü an zünubihimül mücrimun;

(Karun) dedi ki: “O (hazineler) bana bildiklerimin sonucu olarak verilmiştir!” Bilmedi ki Allâh, ondan önce, kuvvetçe ondan daha güçlü ve çok daha zengin nice nesiller helâk etmiştir! Suçlulara, suçları sorulmaz (yalnızca sonuçlarını yaşarlar)!

79-) Feharece alâ kamihi fiy zinetih* kalelleziyne yüriydunel hayeted dünya ya leyte lena misle ma utiye Karunü, innehu lezû hazzın azıym;

(Karun) zenginlik göstergeleriyle yurttaşlarının arasına çıktığında; dünya hayatını (en sefil yaşamı) arzulayanlar dedi ki: “Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı... Şüphesiz büyük bir keyif ehlidir o!”

80-) Ve kalelleziyne utül ılme veyleküm sevabullahi hayrun limen amene ve amile saliha* ve lâ yülekkahâ illes sabirun;

Kendilerine ilim verilenler ise dedi ki: “Yazıklar olsun size! İman edip imanının gereğini uygulayanlara, Allâh’ın vereceği karşılık daha hayırlıdır... Ona da ancak sabredenler kavuşturulur!”

81-) Fehasefna Bihi ve Bidarihil’Arda fema kâne lehu min fietin yensurunehu min dunillâh* ve ma kâne minel muntasıriyn;

Nihayet onu (Karun’u) da onun mekânını da yerin dibine geçirdik! Allâh dûnunda ona yardım edecek birileri de yoktu... O kendini kurtaranlardan olmadı!

82-) Ve asbehalleziyne temennev mekanehu Bil emsi yekulune veykeennAllâhe yebsütur rizka limen yeşau min ıbadiHİ ve yakdir* levla en mennAllâhu aleyna lehasefe Bina* veykeennehu lâ yüflihul kafirun;

Daha dün onun (Karun’un) yerinde olmak isteyenler, şöyle diyerek sabahladı: “Vay, demek ki Allâh kullarından dilediğinin yaşam gıdasını arttırıyor ve (dilediğine de) kısıyor! Allâh bize lütfedip korumasaydı, elbette bizi de yerin dibine geçirirdi... Vay, demek ki hakikat bilgisini inkâr edenler kurtulamazlar!”

83-) Tilkeddarul’ahıretü nec’alüha lilleziyne lâ yüriydune ulüvven fiyl’Ardı ve lâ fesada* vel akıbetü lilmüttekıyn;

İşte Gelecek Yurdu (ölümsüzlük boyutu)! Onu, dünyada (beden yaşamında) başkalarına üstünlük taslamayan ve düzene uyanlar için oluştururuz... Mutlu gelecek (Allâh için) korunanlarındır!

84-) Men cae Bil haseneti felehu hayrun minha* ve men cae Bisseyyieti fela yüczelleziyne amilüsseyyiati illâ ma kânu ya’melun;

Kim güzellikleriyle (açığa çıkardığı Esmâ kemâlâtıyla) gelirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır... Kim de kötülük ile (kendini toprak olacak beden kabullenerek yaşamanın getirisi olan davranışlarla) gelirse, yaptığı kötülüklerin sonuçlarından başka bir şeyle karşılaşmaz!

85-) İnnelleziy ferada aleykel Kur’âne le raddüke ila me’âd* kul Rabbiy a’lemu men cae Bil hüda ve men huve fiy dalâlin mubiyn;

Kurân’ı (Hakikat bilgisi ve Sünnetullâh’a uymayı) sana farz kılan, şüphesiz ki seni nihai hedefine de ulaştıracaktır! De ki: “Rabbim daha iyi bilir kimin Hakikat rehberi olarak geldiğini ve kimin apaçık sapık inanç içinde olduğunu.”

86-) Ve ma künte tercu en yülka ileykel Kitabü illâ rahmeten min Rabbike fela tekunenne zahiyren lilkafiriyn;

Kitabın (Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsinin) sende açığa çıkarılacağını ummuyordun; Rabbinden bir rahmet oldu! Sakın hakikat bilgisini inkâr edenlere arka çıkma!

87-) Ve lâ yesuddünneke ‘an âyâtillâhi ba’de iz ünzilet ileyke ved’u ila Rabbike ve lâ tekûnenne minel müşrikiyn;

Sana inzâl olunan Allâh işaretlerinin gereğini yerine getirmekten seni engelleyemesinler! Rabbine davet et ve müşriklerden olma!

88-) Ve lâ ted’u meAllâhi ilâhen âhar* lâ ilâhe illâ HU* küllü şey’in halikün illâ vecheHU, leHUl hükmü ve ileyHi türce’un;

Allâh yanı sıra tanrıya (dışsal güce) yönelme! Tanrı yoktur, sadece “HÛ”; Her şey (şey’iyeti itibarıyla) yoktur sadece O’nun vechi (mevcuttur)! Hüküm O’nundur... O’na (hakikatiniz olan Esmâ mertebesinin farkındalığına) döndürüleceksiniz!

104 / 188

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!