Bundan sonra Cenâb-ı Hak, Yecüc ve Mecüc denilen iki büyük kavmi gönderir... Bunlar yüksek yerlerden akın edeceklerdir... İlk kafile Teberiye gölüne uğrayıp, oradaki suları tamamen içecekler, ikinci kafile de oradan geçecek ve vaktiyle burada çok su varmış diyecekler.

Sonra Beytül Makdis dağına yürüyecekler ve yeryüzündekileri öldürdük, şimdi sıra göklere geldi, geliniz de gök yüzündekileri de öldürelim diyecekler, oklarını göklere doğru atacaklar... Allâhû Teâlâ onların attığı okları, istidraç olmak üzere, kana bulamış bir hâlde onlara iade edecek.

İsa AleyhisSelâm ve ashabı Tur dağında mahsur kalacaklar... Öyle ki kuşatmanın şiddetinden bir öküz başı, onlardan her biri için, bügünkü paranızla yüz dinardan daha hayırlı olacak...

Bunun üzerine Nebiyullâh İsa AleyhisSelâm ve ashabı, onların belâsından kurtuluş için Allâh’a yalvaracaklar...

Allâhû Teâlâ onların dualarını kabul edip, Yecüc ve Mecüc kabilelerinin enselerine “Nugaf” (günümüzde yeni keşfedilen ve Yamyam virus adıyla tanınıp, insanı oniki ila onaltı saat arasında öldüren bir tür gibi) musallat eder.

Sabahleyin çılgınların hepsi de, Allâh’ın kudretiyle tek bir nefes gibi bir anda helâk olurlar. Sonra, İsa AleyhisSelâm ve ashabı, Tur dağından aşağı inerler... Yeryüzünde onların kokmuş leşlerinden bir karış yer bulamazlar...

Yine İsa AleyhisSelâm ve ashabı Allâh’a yalvarırlar da, Cenâb-ı Hak deve boynu gibi kuşlar gönderir. Onlar leşleri alıp, Allâh’ın istediği yere atarlar...

Sonra Cenâb-ı Hak pek çok yağmur indirir de, ondan hiçbir ev ve çadır mahsun kalmaz... O yağmur bütün yeryüzünü yıkar, ayna gibi tertemiz, yemyeşil bir hâle getirir...

Sonra yeryüzünde; meyvalarını verir, evvelki gibi, onun kabuğu ile gölgelenirler... Meraya gönderilen koyun, sığır, keçilerin de sütleri bereketli olur... Öyle ki sağmal devenin sütü, kalabalık bir cemaati, sığırın sütü bir kabileyi; koyunun sütü de, yakın akrabadan bir cemaati doyurur...

İşte bunlar böylece bolluk içinde, böylesine refaha kavuşmuş bir hayat geçirirken, Cenâb-ı Hak hoş bir rüzgâr gönderir. Bu lâtif rüzgâr, halkı koltuklarda; her mümin ile müslimin ruhunu kabzeder. Ortada en şerrli insanlar kalır...

O zamanda, insanlar yekdiğeriyle boğuşurlar, erkekler ile kadınlar merkepler gibi halkın huzurunda alenen cinsî münasebette bulunurlar...

İşte bu fena adamlar üzerine de kıyamet kopar...

***

“Muhakkak ki, Deccal’in iki gözünün arasında KÂFİR yazılmıştır... Onun amelini kerih görüp sevmeyen herkes o yazıyı okur...

Şunu kati olarak biliniz ki, sizden hiçbir kimse ölünceye kadar, Aziyz ve Celiyl olan Rabbini asla göremeyecektir... ”

***

Rasûlullâh, namazını bitirince güler bir hâlde mimber üzerine oturdu da;

− Herkes namaz kıldığı yerinden ayrılmasın!..

Buyurdu.. Sonra da sordu:

− Sizleri niçin topladığımı biliyor musunuz?..

Sahabiler:

Allâh ve Rasûlü en iyi bilendir!..

Rasûlullâh buyurdu:

− Allâh’a yemin ederim ki, ben sizleri ne bir rağbet ve ne de bir korkudan dolayı toplamadım... Sizi toplamamın sebebi şudur:

Temim ed Dâri Hristiyan bir kişiydi... Geldi ve biat edip İslâm Dini’ne girdi. Ve bana öyle bir hâdise anlattı ki, onun söylediği bu hâdise, benim sizlere Mesih Deccal hakkında anlattıklarıma uygun düşmektedir...

Bana hâdiseyi şöyle anlattı:

Cüzam ve Lâim kabilelerinden otuz kişiyle beraber, bir gemiye binmiş, dalgalar da bu gemideki yolcuları deniz ortasında bir ay çalkalayıp oyalamış... Sonra gemiyi bir adaya yaklaştırıp oraya sığınmışlar... Daha sonra, büyük geminin arkasında yedekte çekilen sandallara binip geceye kadar beklemişler... Sonra adaya çıkmışlar... Kendilerini gövdesi pek çok kıllı bir dabbe karşılamış; öylesine kıllı imiş ki, bu yüzden önünü arkasından ayırt edememişler...

Gemi halkı o dabbeye sormuşlar:

− Sen nesin?.. O da:

− Ben Cessase’yim!.. cevabını vermiş. Sonra da o mahlûk konuşmaya devam etmiş:

− Ey topluluk, siz şu Hristiyan manastırındaki adama gidiniz... Çünkü o, sizin haberinizi çok şiddetle arzu eder!..

Bu dabbe bize bir adamı tahsis kılınca, biz onun dişi bir şeytan olmasından korktuk ve süratle yürüyüp, nihayet manastıra girdik... Orada, cüsse bakımından, gördüğümüz insanların en irisi olan, iki eli boynuna, diz kapaklarıyla topukları arası birbirine demirle çok sıkı bir surette toplanıp bağlanmış bir insan ile karşılaştık...

− Vay canına sen kimsin?.. diye sorduk. O:

− Sizler benim haberimi aldınız... Binaenaleyh, siz kimler olduğumu bana haber verin!.. dedi.

Gemi halkı:

− Biz, Arap kavminden birtakım insanlarız... Deryaya bir gemiyle açıldık... Akabinde alışılanın üstünde dalgayla karşılaşıp, bir ay deniz ortasında çalkalandık... Sonra şu adaya sığındık... Müteakiben yedekdeki sandala binip adaya çıktık... Derken bizi vücudu çok kıllı ve bu yüzden önü arkası ayırt edilemeyen bir dabbe karşıladı... Biz:

− Sen kimsin?.. diye sorduk.

− Ben Cessase’yim!.. dedi. Biz:

− Cessase nedir?.. dedik.

− Hristiyan manastırında bulunan şu adama gidin... Çünkü o sizin haberinizi öğrenmeyi çok arzu eder... dedi. Bunun üzerine biz süratle koşup sana geldik... O dabbeden de korktuk, onun bir dişi şeytan olup olmadığını anlayamadık...

Sordu:

− Bana, Şam’da bir köy olan Nahl-ı Beysan’dan haber verin..? dedi.

− Sen onun hâlinden ne soruyorsun?.. dedik.

− Hurmalarından soruyorum!.. Onlar meyva veriyor mu?.. dedi. Biz ona:

− Evet, veriyor!.. dedik.

− Muhakkak onun meyva vermeme zamanı yaklaşıyor!.. dedi.

− Bana Taberiye gölünden haber verin..? dedi.

− Sen onun hangi hâlinden haber istiyorsun?.. diye sorduk.

− Onda su var mıdır?.. dedi. Biz de:

− Onun suyu çoktur!.. cevabını verdik.

− Haberiniz olsun ki, onun suyunun çekilip gitmesi zamanı yaklaşıyor... dedi.

6 / 72

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!