Kurban Kes?!

Adam bir hata yapmış!..

Bağışlamamışlar, çaresiz kolunu kesecekler... Diyetini ödeyecek parası da yok... Çıkmış biri, adamın kolu kesilmesin diye diyetini ödemiş... Kolu kurtulmuş... Sevinmiş adam...

Mesleğini icraya devam etmiş... Kasapmış...

Diyetini ödeyen de uğrarmış dükkanına... Selâm sabah, sevgi dilekleri... Derken, dermiş...

− Unutma bu iyiliğimi... Kolunun diyetini ben verdim!.. Vermeseydim diyetini, bugün kolsuzdun! Aç açık değilsin; bunu bana borçlusun!

Bir defa... İki defa... Üç defa... Beş defa... On defa!..

Boğazına kadar gelmiş nihayet kasabın... Atmış kafatası!.. Kaldırmış kemik kestiği satırı havaya ve indirmiş koluna! Demiş:

− Al, diyetini verdiğin kolu! Sen yoluna, ben yoluma!

Allâh rahmet eylesin Ömer Seyfettin’den okumuştuk bu hikayeyi çocukluğumuzda!.. Neyse ki artık böyle kol bacak diyetleri yok…

Kol bacak diyetleri yok da...

Çok daha büyük beynelmilel diyetler var!.. Ya da... Ev, araba, iş, eş, aş, kitap, ilim, nam, isim!..

Sana bunları ben verdim, ben kazandırdım; diyen hazımsızlar!

“Ben”! der…

Aynı anda “Allâh” der, “BEN”!

Derken, âlemlerin Hâlıkı ve Rabbi Allâh “BEN”; dersen sen de “ben”!.. Bil ki sonra çok yanarsın sen!

Kulunu yaratmış, yaratmadan önce de rızkını takdir etmiştir!

Kulun rızkı, yaratıldığı andan sonsuza kadar, kendisine takdir edildiği kadarıyla ulaşacaktır; dem be dem!

Zâhirde ve bâtında kulluğunu yerine getirmesi için, ihtiyacı ne kadarsa, o kadar rızk her an kendisine ulaşmaktadır gene Allâh eliyle!..

Kişi, takdir edilenin eline geçmesi için, fıtratı üzere gereken kadar çalışmayı ortaya koymaktadır.

Kimse, ne bir eksik ne de bir fazla alamaz! Şunu yapsaydım veya yapamadım da alamadım derse; bu onun içinde yaşadığı gerçek sistem ve düzenden gâfil olmasındandır!

Gözleri görmeyen değil; basîreti sistem ve düzeni görmeyen, âmâdır!

Allâh verir!..

Bazen de kurban ister!.. Diyet ister!..

Kurban, arınmak içindir!.. Diyet, kurtulmak içindir!..

Besili, semiz, ama boynunda tasma izi olan köpekle, kuru kemikleri çıkmış kurdun konuşmasını dillendirmişlerdir! Tasmalıyla tasmasız arasındaki fark anlaşılsın için!

Bazen kurtlar da tasmalanır takdiri ilâhî!

Ama tasmalar, asla takılamaz sonsuza dek, başkaları tarafından! Birinin taktığı tasma er geç çıkar…

Ya senin kendine taktığın tasma!??

İşte bu dünyada çıkaramazsan tasmanı, ebeden çıkaramazsın boynundan!..

“Ben”inizi de verin! Allâh ahlâkıyla ahlâklanmak için sahip olduğunuz ne varsa verin!

O elinle, beyninle taktığın tasmanın adı, “BEN”dir!

Bu tasmadan kurtulmanın yolu, diyetini vermektir! Kendini kurban etmektir…

“KURBAN KES”, hükmüne itaat edip, gerçekte var olmayan “BEN”ini (ene’ni) yok etmek; Bâkî’ye fâniyi kurban etmektir!

Kâmiller, “al” elimi derler...

Kâmiller, karşılıksız verirler...

“Ben”le tasmalılar ise “ver” elini derler...

Verdiklerini başa kakarlar...

Karşılıksız, belki selâm bile vermezler!

Allâh ahlâkı odur ki...

Yağmuru karşılıksız yağdırır! Havayı karşılıksız solutur... Gözü karşılıksız vermiştir, güzellikleri seyredesin diye; eli karşılıksız vermiştir, güzeli tutasın, zevkine eresin diye...

“Ya Hulûsi hâlin nicedir, Allâh ilmini dağıtırsın karşılıksız diye de; hâlâ ne beklersin bu ilmin gereğini yaşasınlar diye! Bu ilme vesile kılınmanın karşılığı olmaz mı?” derler…

De, öyle mi acaba?

Var mı, bir beklentisi Hulûsi’nin bu yolda!

Biliriz ve dillendiririz ki...

Herkes kendisine takdir edileni yaşayacak ve bunun sonuçlarını da daha sonraki anda görecektir...

İnsanlar birbirlerine sadece onun takdirinde olanı ulaştırabilir; veren ise yalnızca Allâh’tır! Herkes, yaratılışında kolaylaştırılanı kolayca başarır; başaramadığı da takdirinde olmayandır!

Nice çöllere karşılıksız yağar yağmur ama, kum taneleri sadece seyreder damlaları!

Beklenti ya umuttandır, ya ilimsizlikten!

Toprak mezarını sırtında taşıyanlar, geçmiştir dünyadan ve içindekilerden... Zira “fefirru ilAllâh” onlarda zuhur etmiş, firar etmişlerdir Allâh’a!..

Allâh efâlini seyreder onlar, acaba bir gül daha açacak mı bahçede diye... Umutla... Sevgiyle... Bu da beklenti sanılır başkalarınca...

Gönül ne mey ister, ne meyhane; gönül yâr ile dostluk ister, mey bahane... Dedikleri gibi, hemhâl olacak bir yâr ararlar cihanda... Bu da kesretin gereğidir, ve sonucu!.. Kesret mertebesinde, bu durum sonsuz devam eder...

Neyse dostlar, sizin fazla vaktinizi almayayım...

Verin...

Karşılık beklemeden verin...

Gerekirse diyetlerini de verin!

“Ben”inizi de verin!

Allâh ahlâkıyla ahlâklanmak için sahip olduğunuz ne varsa verin!

Zaten alacaklar; mertlik yiğitlik sizde kalsın; verin!

Çıplak geldik; çıplak gideceğiz!..

Dünyalığınızı verin; âhiretliğinizi verin! Yaksa da yana yana verin!

Altıncı bilir, altın yanmadan saflaşmaz!

“Kurban”dan bahseden âyetteki “nusûk” da, gümüşün saflaşması için arıtılması işlemi anlamına geliyor...

Bize teklif edilen belli…

“Saf”laş... “Sâfiye”ye ulaş!

Bunun için yaratıldı iseniz, bir dem gelecek bu kolaylaşacak; gerekenleri yapacaksınız; saflaşacaksınız, sâfiyeye ulaşacaksınız!

Ama bu belki de kolay olmayacak; çok zorlanacaksınız!.. Üzerinizdeki fazlalıkları vermek, bunca yıl çalışıp emek vererek sahip olduklarınızı dağıtmak, hele hele karşılıksız olarak uzatmak çok ağır gelecek ve yanacaksınız! Belki de yanıyorsunuz! Ama bilin ki bu yanış hayrınıza! Çıplak geldik, çıplak gideceğiz, verin kurtulun “BEN”inizi bile!

AHMED HULÛSİ

1999

Bu yazı kitabından alıntıdır. Online okumak için tıklayınız!

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!