Din Nedir?

Din, ilâhî hükümdür, dedik...

Din, hükümler bütünüdür ve bu hükümler, ilâhî olmak mecburiyetindedir!.. Beşerî hükümler olmaz!..

Niye?.. Çünkü, bütün beşerî hükümler, beşeriyeti meydana getiren terkipler istikametinde-doğrultusunda meydana gelir ki; bunlar da seni neticede, yine terkibe götürür!..

Ancak, ilâhî dediğimiz zaman, burada terkip söz konusu değildir!.. Çünkü ilâhî hükümler bütünü, neticede ilâhî ahlâkla “Allâh’ın ahlâkıyla” ahlâklanmaya yol açar!

Nitekim, “Din nedir?” sorusuna, “Din mekârimi ahlâktır”, ahlâkın mekârimidir, yani tam kemâle ermiş hâlidir, yani “Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktır” denerek cevap verilmiştir.

İşte bu yüzden, ilâhî hükümler bütünüdür. Bu ilâhî hükümler, dört yönde mütalaa edilebilir...

Birincisi, kişinin tabiatına yönelik ilâhî hükümler...

İkincisi, terkibiyetine yönelik ilâhî hükümler...

Üçüncüsü, nefsinin hakikatini bilmeye yönelik ilâhî hükümler...

Dördüncüsü de Zâtını bilmeye yönelik ilâhî hükümler... Bunlardan dördüncüsü, sadece Ümmeti Muhammed’e, yani Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın ümmetine gelmiş hükümlerdir!.. Bu lütfa mazhar olmuş kişiler, Hz. Muhammed’in ümmetidir!.. Daha önceki hükümlerse diğer Nebi ve Rasûllerde var olan kemâlâttır!..

Bir kişi, tabiatından kurtulma istikametinde belli çalışmalar yaparak; tabiatının hükmünden çıkmak için birtakım çabalarda bulunur... Bu onu, kendi tabiatını değiştirme yolunda, belli çalışmalara götürür ve bunun neticesine erdirir; ama bu kişi, hiçbir zaman ilâhî hakikati bulamaz, bilemez ve bu kişi cehennemde olur ister istemez!..

Çünkü bir kere, dinin getirdiği sadece tabiata yönelik çalışmalar mıdır, değil midir, burayı araştırmak lazım!..

Dinin getirdiği tabiata yönelik çalışmalar, ruhaniyeti güçlendirme ve tabiat ateşinden kurtulma yollu iki türlü netice oluşturur.

Ruhaniyeti güçlendirme yolundaki çalışmalar eğer yeterli değilse, bu kişi cehennemde bir hayli azap çekecektir...

Bedenî tabiata bazı hâkim olma usülleri, mutlaka ruhun cennete gidiciliğini kazandırmaz...

Dünya’da, bazı normal insanlarda görülmeyen olağanüstü hâlleri kazandırır insana ama, ona rağmen o kişi neticede, gerekli ruhaniyeti kazanamadığı için cennete gidemez!..

Cennete gidici, ruhaniyeti sağlayıcı işler, ancak bu ilâhî emirlerle bildirilen fiillerdir...

İkinci olarak terkibe yönelik, dedik... Terkibe yönelik hükümler; ilâhî ahlâkla ahlâklanmaya yönelik çalışmalardır... Yani Allâh’ın ahlâkıyla!..

Sendeki ahlâk, çeşitli ilâhî isimlerin, varlığını meydana getirmesiyle oluşmuş olan bir terkipsel ahlâktır!.. Ama bu isimler, senin varlığında birleşmiş hâliyle, senin Rabbin hükmündedir ve sen Rabbinin hükmünden dışarı çıkamazsın... Normal yaşantın itibarıyla!..

Senin mevcudiyetini meydana getiren bu isimler, sürekli seni belli bir görüş üzerinde muhafaza eder!..

Hâlbuki sen ilâhî ahlâk ile ahlâklanmaya başladığın zaman, daha evvelki yaşantında mevcut olan duyguların, düşüncelerin, idrakın değişmeye başlar!.. Görüşün gelişmeye başlar ve açılır!.. Bu ilâhî hükümler olmadan, bulunamaz-bilinemez!.. Ancak ilâhî hükümlerin bildirilmesiyle bu bilinir, anlaşılır!..

Kâinat içindeki kendini buluş, kâinatla kendini özdeşleştiriş, evren bilinciyle kendini özdeşleştiriş, nefsin hakikatini Efâl mertebesinde buluştur!

Nefsin hakikatini anlamaya yönelik hükümler; varlığın hakikatiyle özdeşleşmek değildir!..

Yani, “Bütün bu âlemde mevcut olan ilâhî kuvvetler, birtakım tabii kuvvetler, benim varlığımı meydana getiren kuvvetlerdir; öyleyse benim aslım ve hakikatim, kâinatın aslı ve hakikatiyle aynıdır” gibisinden bir biliş, belli bir felsefi araştırma sonunda oluşur, ama bu oluşma hiçbir zaman nefsin hakikatini bulma değildir!..

Çünkü bu türden bir bulma, Efâl mertebesinde nefsin hakikatini bulmadır!.. Kâinat içindeki kendini buluş, kâinatla kendini özdeşleştiriş, evren bilinciyle kendini özdeşleştiriş, nefsin hakikatini Efâl mertebesinde buluştur!..

Hâlbuki nefsin hakikatini, Sıfat mertebesinde bulmak gerekir...

Bu da ancak ve ancak gene ilâhî Din olan, İslâm’ın hükümleriyle bilinebilir-bulunabilir ve yaşanabilir…

Nihayet “Zâtının hakikatini bulma” dedik!.. Zâtının hakikatini bulabilme hâli de yine Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu, ilâhî hükümler doğrultusunda, tebliğ ettiği hakikatlere dayanır!..

Netice olarak, “kişiyi saadete götüren yol dindir” dersek bu eksik ve yetersiz bir tarif olur… “Kişiyi ilâhî saadete götüren yoldur” demek gerekir; veyahut da “kişiyi saadete erdiren ilâhî hükümler bütünüdür” demek gerekir. Çünkü bu ilâhî hükümlere uymak suretiyle, kişi gerçek saadete erer!..

Aksi takdirde “tabiat saadetini” yaşar ki bu da Dünya’daki “tabii saadettir”, ölüm ötesi hayatta da bunun karşılığı “cehennem” denilen azap ortamıdır!..

Önce, insanın fizik yollu oluşumu bahsini anlattık…

Sonra, “insan” ismi altındaki Hakk’ın varlığından söz ettik...

Ve bu söz edişimizin neticesinde, “İslâm”ın, “Din”in ne olduğu noktasına geldik… Yani din niye çıkmış? Niye gerekli? Ne için gelmiş?

Kişinin belli bir terkibi vardır, Esmâ terkibinden oluşan!.. İşte Esmâ terkibinden oluşmuş “kişilik” mânâsına, “beşer” ifadesi kullanılır...

“Beşer” kelimesi ile kastedilen belli bir Esmâ terkibidir... Esmâ terkibinden çıkacak olan hükümler, Esmâ terkibinin geleceğini sürekli saadete yönlendiremez!.. Esmâ terkibinin değişmesi mümkün olmaz!..

Ancak, Esmâ terkibinin asıl ve özü olan ilâhiyet noktasından, yani Sıfat mertebesinden gelen hükümler, Sıfat mertebesindeki mutlak benliğin verdiği hükümler; Esmâ mertebesindeki terkipleri bozar, yıkar, değiştirir!..

Bunu basit mânâda şöyle izah edelim; sen içine düştüğün bunalımdan, problemden, zaten mevcut aklınla onun içine düştüğün için çıkamazsın; bir ekstra akla ihtiyacın vardır!.. Bu yüzden, “bana akıl ver” dersin!.. Niye?

Çünkü kendi aklınla o noktaya geldin! Kendi aklınla o noktadan çıkman mümkün değil!.. O noktadan çıkman için, ekstra akla gerek var!..

İşte bunun gibi, o kişinin içinde bulunduğu durumu meydana getiren terkibini, kendisinin değiştirebilmesi mümkün değil!..

Bunun için, ilâhî dediğimiz, Sıfat mertebesinden gelen; bir diğer mânâ ile, Allâh’tan gelen; terkipsizliğin gereği olan noktaya ve noktanın hükümlerine uyması lazımdır ki; kendi terkibinin kayıtlarından kurtulsun!..

Veya kendi terkibini daha geniş mânâda tanıyabilsin!..

Bu yüzdendir ki “İlâhî hükümler bütünüdür” dedik. Beşerî hükümler bütünü değil!..

Bu sebepledir ki “beşer” adı altından gelmiş olan dinler, insanlık için kurtarıcı olamaz! Bir Konfiçyüs dini, insanlık için kurtarıcı olamaz!..

Çünkü içinde bazı hakikatler olsa dahi; ki muhakkak hakikat yönleri vardır!.. Zira Konfiçyüs adı altındaki varlık da, Hakk’ın terkibidir!.. Hakk’ın terkibi olması itibarıyla, söylediklerinde mutlaka hakikat yönleri olacaktır!.. Ancak o hakikatler, kayıtlı hakikatlerdir!.. Terkipten doğan hakikatlerdir!..

Terkipten doğan hakikatlerle, bütün terkiplerin, terkibiyetlerinden kurtulup Allâh’a vâsıl olmaları mümkün değildir!..

Onun içindir ki, ancak ve ancak, beşer, “İlâhî Din” ile kurtuluşa erebilir. İlâhî mahiyet arz etmeyen dinlerle, beşerin kurtuluşu söz konusu değildir!..

Nitekim... “ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR” diyerek; dinin ne olduğunu açıklama yönüne gidiyor, Kur’ân!..

Burada dinin İslâm olduğu; ancak “İslâm” olacağı anlatılıyor!..

Dinin “İslâm” olması ne demek?

Dinin ancak “İslâm” olması şu demek:

Terkipler, terkibiyetinin tabii neticesini ortaya koyar. Terkipler, terkiplerinin tabiatı dolayısıyla yani terkibiyetlerinin tabii neticesini ortaya koyması sebebiyle, ortaya koyuş mahalleri itibarıyla bulundukları ortamdan dışarıya taşamazlar, geçemezler!.. Çünkü, terkiplerinin sonucu o kadardır! O terkiple, o kadar güç elde eder ve o kadarla kalır!..

İslâm Dini, değişik isimlerin mânâlarını ortaya koydurucu değişik isimlerin mânâlarını ağırlıklı olarak kuvveden fiile çıkartıcı fiillere seni sevkeder!..

“Şu şu şu fiilleri yap” der! Sen bu fiilleri yapmakla, değişik isimlerin mânâlarını kuvveden fiile çıkartmak dolayısıyla da, senin terkibinde genişlemeler, güçlenmeler oluşur ve nihayet değişik bir ruhaniyet elde etme durumuna gelirsin; veya bir diğer ifadeyle enerji elde etme hâli hâsıl olur.

Peki “İslâm” kişiden ne ister?..

İslâm’ın kişiden ilk isteği “Kelime-i Şehâdet”tir...

“Lâ ilâhe illâllâh” diyebilmen... Buna “şehâdet” etmen, sonra da bunu bildiren Zâtın “Allâh’ın Rasûlü” olduğunu kabullenmendir…

Öyle ise geldik “Kelime-i Tevhid”e...

AHMED HULÛSİ

1986

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!