Sayfayı Yazdır

Burçların Oluşturduğu 16 Grup

Burçların yaymış olduğu ışın türleri esas olarak dörte ayrılır. Bu türler eskiden yapılan tasnifte, şu isimlerle belirtilmiştir:

Ateş; Koç - Aslan - Yay

Hava; İkizler - Terazi - Kova

Su; Yengeç - Akrep - Balık

Toprak; Boğa - Başak - Oğlak

Şimdi önce bu dört gruptan söz edelim...

“Ateş” grubunun en bariz özelliği, bu gruptan olan kişilerin kendini beğenmiş, gururlu, dediğim dedik bir yapıda olmalarıdır. Daima çevrelerine hükmetmek isterler. Hep zirveye tâliptirler.

“Hava” grubunun özelliği ise havaî bir tip olmalarıdır. Sebatkâr olmazlar. Her konuya dönüktürler. Fakat bir süre sonra o konudan bıkıp başka bir konuya merak sararlar. Fedakâr ve çevreyi düşünen tiplerdir.

“Su” grubunun ortak özelliği ise son derece duygusal bir kafa yapısına sahip olmalarıdır.

“Toprak” grubu insanların ortak özelliği ise sâbit fikirli ve genelde maddeye dönük, paraya bağlı olmalarıdır.

Ancak...

Dikkate alınması gerekli en önemli husus...

Dedik ki az önce... Esas itibarıyla herkesin iki ana burcu vardır.

A- “Ana” ya da “İç” burcu.

B- “Yükselen” ya da “Dış” burcu.

Biz daima karşımızdaki kişide, onun “dış burcundan” yani “yükselen” burcundan gelen özellikleri görürüz. Ve kişi daha büyük çoğunlukla dış burcunun getirdiği özellikler istikametinde yaşar. İnsanların çok büyük çoğunluğunda “iç” burç ile “dış” burç farklıdır. Bundan dolayı da siz kendinizin veya karşınızdaki kişinin sadece “iç” burç özelliklerine vâkıf olursanız, çoğunlukla o kişide bunları göremezsiniz!.. Zira önce de yazdığımız gibi, kişinin davranışları, mizacı tamamıyla “dış” burcunun yani “yükselen” burcunun etkisi altındadır.

Ve günümüzde insanların burçlar konusunda şöyle uzaktan bir bakıp sonra da inanmadan geçmelerinin ana sebebi bu “dış” burç ya da “yükselen” burç konusunda bilgilerinin olmayışında yatar.

Bize lütfedilen ilme göre, vâkıf olmuşuzdur ki, kişi 35-40 yaşlarından sonra iyice “yükselen” burcun kapsamına girmekte ve bu kişinin kişiliği yüzde 70-75’e varan nispetlerde “dış” burcuna dönüşmektedir.

Bu sebeple karşımızdaki kişiyi, doğduğu tarih itibarıyla edindiği “iç” burç yönünden ziyade, doğduğu saat itibarıyla edindiği “dış” burç yönünden tanımak zarureti söz konusudur.

Bir kişinin iç ve dış burçları şöyle çaprazlaşabilir...

İç burcu     Dış burcu

Ateş                        Ateş

Ateş                        Hava

Ateş                        Su

Ateş                        Toprak

İç ve dış ateş grubundan olan kişi son derece bencil, yaşamdan önce kendisini düşünen, dünyanın kendi çevresinde dönmesini isteyen, istekleri olmayınca da sadece kendi menfaatinin gerektirdiği biçimde bir yaşamı tercih eden kişi olacaktır.

İç ateşe dış Hava gelir ise, bu defa yukarıdakine benzer düşüncelere sahip olmasına rağmen, bu kişi yaşamında havaî meşrebi olacak, kolay kolay âdetlere bağlı kalmayacak; çevresine yararlı faaliyetlerde, kendini fazla düşünmeden, birtakım davranışları ortaya koyabilecektir.

Ateş içe su dış burçlara gelince, yani Koç veya Aslan yahut da Yay gibi bir iç burca sahip olmasına rağmen, dışarıya bir Yengeç ya da Akrep veya Balık düşmesi hâli. Hayatı sıkıntı ve huzursuzluğa namzet bir kişi geliyor demektir. Zira içteki ateş kaynaklı yapı dıştaki su nitelikli kapayıcı yapı yüzünden sürekli bastırılır. Bu da kişide büyük oranda birtakım iç sıkıntıları meydana getirir. Bu tesirler bazen çok artar, bazen de nispeten geriler.

Ateş içe rast gelen toprak dış da gene nispeten yukarıda saydığımız gibidir; ancak üsttekinde görülen şiddetli sıkıntılar ve bunalımlar bunlarda daha azdır. Kafada cömert olan bu kişi fiiliyatta kolaylıkla para harcayamaz. Çevrenizde gördüğünüz bildiğiniz zenginlerin yüzde doksana yakınının dış burcu toprak grubundan olan Boğa veya Oğlak’tır. Ya da haritasında toprak grubu burçlarında birkaç güçlü planet mevcuttur. Veya 2. evinde para getiren güçler mevcuttur.

Esasen burada konuya sadece bazı örnekler vermek istediğimiz için detaylara fazla girmeyeceğiz. Gelelim Hava içe düşen dışlara.

İç burcu     Dış burcu

Hava                       Ateş

Hava                       Hava

Hava                       Su

Hava                       Toprak

Hava gurubundan olan bir beyinin en bariz özelliği insanlığa yardımı, yararlı olmayı düşünen bir kafa sahibi olmasıdır. Yaşamı oldukça objektif olarak seyredip değerlendirmeye çalışır, hoşgörülüdür. Ancak bütün bunlara rağmen dışa gelen ateş bu durumdaki havayı son derece gururlu kendini beğenmiş bir görüntüye sokar.

İç Kova ise son derece akıllı ve kendini beğenmiş bir tip; iç İkizler ise zeki ve gururlu bir tip oluşur. Terazi’deyse doğru bildiğini dom dom söyleyen, kimseden çekintisi olmayan bir tip ortaya çıkar. İç havaların genel bir diğer karakteristiği, zaman zaman kendilerini sanki bu Dünya’nın değil de başka bir dünyanın insanı imiş gibi hissetmeleridir.

Şayet iç havaya karşılık dışa bir su gelirse görüntü hayli farklı olur. Zira, kafadaki özgür düşünce, dıştaki duygusal ve bağımlı bir karakter ile kayıtlanmış olur. Özgür kafa, dış Yengeç ise evine, ailesine bağımlı, onlar için kendini harcayan bir tip oluşturur. Dış Akrep olursa bu defa duygusal davranışlardan kurtulamayan fakat oldukça özgür davranışlar ortaya koyabilen, iradeli ve tahakkümcü bir tip düşer. Bunu ancak kararsız eden içe düşecek bir İkizlerdir. Dışa düşen bir Balık ise özgürce yaşamın zevklerine yönelebilen bir tip oluşturur.

Hava grubu burçlar içinde akıllı olan Kova, zeki olan İkizler, sevgi dolu olan da Terazidir.

Esasen burçlar içinde en güçlü akıl, Kova insanında mevcuttur.

Dışa düşen toprağa gelince. Şayet Boğa düşerse, yeme - içme ve sohbet zevklerine düşkün, kazanca yönelik hırsı fazla bir tip çıkar. Başak düşerse hırslı, hareketli, düzenli kazanca dönük araştırmalar içinde bir kişi olur. Ama ne yapsa bir Boğa gibi para yönünden şanslı olamaz; zaman zaman eline para geçer fakat arkasından büyük miktarlarda kaybeder. Oğlakta ise kararlı, olgun, hoşgörülü, yardımsever fakat parasına da çok bağlı bir tip oluşur. Eğer Oğlak’ın içine Kova düşmezse, Oğlak karakteristiği hemen bütün burçlara hâkim duruma geçer.

İç burcu     Dış burcu

Su                Ateş

Su                Hava

Su                Su

Su                Toprak

Su grubunun genel karakteristiği son derece duygusallıktır. Bu duygusallık dışa rastlayan bir ateşle birlikte genellikle kontrol edilemeyen taşkın davranışlara kadar uzanır. Meczup yapılı denen kişilerin yüzde 90’ı, iç burcu su, dış burcu ateş grubu olanlardan çıkar. Bu kişiler hayatta en çok pişmanlık duyan kişilerdir. Çok defa duygusallıkları yüzünden ve kendilerini kontrol edememeleri yüzünden istemedikleri davranışları ortaya koyup, sonra da bundan büyük pişmanlık duyarlar. Tam anlamıyla taşkın tiplerdir. Esasen iç dünyalarında son derece merhametli, müşfik kimselerdir.

Tüm takımyıldızlar, yıldız birikimleri olan galaksiler; hep vareden mutlak varlığın sayısız isimlerinin ve vasıflarının yoğunlaşmış hâlleridir gerçekte!

İç suya isâbet eden bir dış hava ise en büyük hayırseverlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Zira hava grubu eli açıklığı verir, buna bir de son derece merhametli düşünce gelirse eşittir hayırseverliliktir. Toprak dışa gelince ise... Duygusal ama kendi menfaatine dönük; son derece mütevazi, fakat menfaatine halel gelme ihtimali karşısında da kaplan kesilen bir tip ortaya çıkar. Yeni şartlara adapte olması son derece güçtür. Bu adaptasyona zorlanması hâlinde ise istemeyerek nahoş olaylar meydana getirebilir.

İç burcu     Dış burcu

Toprak                    Ateş

Toprak                    Hava

Toprak                    Su

Toprak                    Toprak

Toprak grubuna bir dış ateşin gelmesi genellikle gene taşkın bir tipin ortaya çıkmasına yol açar. Ancak bu tip su grubundaki kadar kontrolsuz değildir. Ayrıca su grubundaki taşkınlıkların kökeninde duygusallık olmasına karşılık; toprak grubunun kökeninde ise menfaatler yatar genellikle.

Havanın dışa gelmesi hâlinde ise, kafadaki maddecilik ele kadar uzanmaz ve “sanki eli açık” bir görüntü ortaya çıkar. Oysa esasen bu kişi kafaca hayli maddecidir.

Dış suda ise merhametli, acıyan ama yardımları küçük miktarları geçmeyen tipler görülür.

Toprağa rast gelen dış toprağa gelince... Son derece mütevazi ama âdeta “varyemez” tipleri görürsünüz. Genellikle de zenginlerdir.

Astroloji ilmine vâkıf olanlara göre son derece yetersiz olan bu bilgileri, kitabımızın ana konusu başka olması hasebiyle böyle kısa kısa vermekten başka çaremiz yok. Esasen bu konuda daha yazılacak pek çok şey mevcut...

Şimdi görüldü ki dört içe düşen dört ayrı dış yapı itibarıyla toplam 16 grup insan çıktı. Bunu biraz daha detaylandırmak gerektiğinde, ikinci basamakta 144 ana grup ile karşılaşırız ki her insan bu 144 gruptan birindedir.

Mesela iç Koç’tur, dış Aslan’dır, yani ateşe ateş; veya iç Kova’dır, dış Yay, yani havaya ateş; yahut iç Yengeç’tir, dış Oğlak, yani suya toprak vesaire gibi...

Demek ki herkesin “iki ana burç grubu” vardır.

“İç” burç kişinin İSTİDADINI gösterir.

“Dış” burç kişinin KABİLİYETİNİ gösterir.

Beyin, kişinin “Levhi mahfuzu”dur!..

Beyin cevherinin 120. günde almış olduğu tesirler de, kişinin kendindeki “ayânı sâbitesi”!..

Dünya yaşamı ve tüm insanlar, ilâhî takdir ve tedbir gereği, tamamıyla burçların ve onlardaki güçleri ulaştıran meleklerin hükmü altında olduğu gibi; berzah âleminde olanlar, yani ölümü tadıp fizik bedeni terk ettikten sonra kıyamete kadar olan devrede yaşamını sürdüren tüm insanlar ve cennetler ile cehennem dahi bu burçlardan gelen tesirlerin hükmü altındadır!..

Ve bu hususta Muhyiddini Arabî’nin keşfi son derece isâbetlidir!..

Böyle olunca insanlardan kimler birbirlerini severler ve kimler de birbirlerine yaklaşamazlar, iterler.

İki insanın... Şayet;

“İç” burçları aynı gruptan, “dış” burçları aynı gruptan ise birbirlerine sempati duyarlar.

“İç” burçları aynı, “dış” burçları ayrı, biri ateş öteki hava ise, yahut biri su diğeri toprak ise birbirlerini çekerler.

“İç” burçları biri ateş diğeri su ya da toprak ise bir araya kolay kolay gelemezler kafaca. Hele dışları da ateşe karşı su ise âdeta iterler birbirlerini.

“İç” burçları birbirine yakın fakat “dış” burçlar ters ise beraber arkadaşlık etmeleri zordur. Mesela iç hava-suya; dış ateş- su. Ya da iç hava-ateşe; dış ateş-toprak, dış ateş-su...

Bir de şu husus vardır... Çaprazlama bakış açıları...

Mesela siz “düşünce” yapınızla yani “iç” burcunuzla karşınızdakinin davranışsal yani “dış” burcuna bakarsınız ve beğenirsiniz, ama kafaca uyuşamazsınız... Sebep..?

Çünkü sizin içinizle - dışınız çaprazdır. Yani iç burcunuz hava ya da ateş, yahut bunun aksi su veya toprak; buna mukabil karşınızdakinin de bunun gibi zıt bir durumdur. Diyelim ki sizin içiniz hava, dışınız sudur, onun da dışı ateş, içi topraktır. Şimdi siz hava grubundan olan kafa yapınız ile onun ateşsel “dış”ını seveceksiniz ama konuşup anlaşmaya gelince, sizin kafa yapınız ile onun kafa yapısı da bağdaşmayacaktır. Daima yaşama ve olaylara apayrı pencerelerden bakacaksınız...

Demek ki iki insanın bir aradaki yaşamı, iş ve arkadaşlık ya da evlilik olsun hep bu burçlarının; yani beyin açılımlarının birbirine uyması ve dolayısıyla beyinlerinin yaydığı radyasyonların birbirini en azından itmemesine bağlıdır. “İç” ya da “dış”ları birbirini çekmeyen insanların ise bir arada bulunmaları imkân dışıdır.

“Dünya’da kim kimle beraber ise ölüm ötesinde de onu arar ve onunla beraber olmak ister” sırrı kısmen bu esasa dayanır. Demek oluyor ki insanların arasındaki münasebetler ve sempati-antipati konusu dahi beyinler arası benzer açılımlar dolayısıyla ortaya çıkmakta... Şimdi bakın, bir kişiyi seviyorsunuz arıyorsunuz, mutlaka burçlarınız arasında benzerliği tespit edeceksiniz. Ki bu daha ziyade dış burçların benzer-yakın karakterli olmasındandır.

Şimdi, belirgin olarak ortaya şu husus çıkmış oldu. İnsanların gerek kendi yapıları ve gerekse birbirleriyle olan ilişkileri hep beyinlerinin burçlar tarafından programlanma biçimine bağlı!.. Öyle ise yaşam içinde oluşan duygusallıkları ve tepkileri neye bağlayacağız?.. Duygusal hassasiyetimizi, doğum tarihimizde Ay’ın bulunduğu burca ve hangi sahada daha duygusal olacağımızı da doğum saatimize göre, Ay’ın haritamızda içine düştüğü evin konumuna bağlayacağız!..

Burada üzerinde en önemli bir husus olarak tekrar tekrar durduğumuz husus; kişinin “yükselen burcudur”. Zira astrolojik tüm olaylar, çoğunlukla yükselen burç yönünden aldığınız tesirlere göre oluşur. Şayet siz “yükselen” burcunuzu bilmiyorsanız ve hatta bundan daha ileri olarak, doğum anınıza göre çıkarılmış beyin açılım haritanıza sahip değilseniz, olayların nasıl ve ne şekilde sizi etkilediğini anlamanız mümkün olmaz. Peki, hiç mi anlama yolu yoktur?..

Bir pratik anlama yolunu size gösterebiliriz. Ama bilinmelidir ki bu kesin olmaz. Çünkü bazı hâllerde haritanızda bulunan herhangi bir eve düşen birkaç planet, o evdeki burcun sanki “yükselen” burcunuzmuş gibi yapınızı etkilemesine yol açar. Ama gene de pratik olarak dediğimiz yolu deneyebilirsiniz. Alacağınız Astroloji kitabında “yükselen burçlar” bölümünü bulun ve “yükselen” burca göre verilen fizik yapı tariflerini okuyun. Hangisi sizin fizik yapınıza en çok uyuyorsa muhtemelen “yükselen burcunuz” olabilir.[1]

Karşınızdaki bir kişinin ya da kendinizin “yükselen” yani “dış” burcunuzu anlamanın bir pratik yolunu da kısmen burada özetlemeye çalışalım.

“Yükselen” burç tespitinde önce grubu, sonra da o grup içinde hangi burç olduğunu tespit edeceğiz...

Ateş grubundan işe başlayalım...

Koç elinde parmaklar; ince olmayan uzun ve tırnak uçları, küte yakın kavislidir. Esasen yükselen Koç tipi kişiler güçlü, orta ya da uzun boylu, alnı hafif açık ve çıkık tiplerdir. Eti dolgundur ama toplu denmez.

Bu grubun ikinci burcu Aslanlar ise yapılarıyla, saçlarıyla ve elleriyle hemen belli olurlar. Elleri bütün yakışıklı ve gösterişliliklerine rağmen, ister kadın olsun, ister erkek, bir pençe gibidir genelde. Güçlü ellerin parmaklarında eklem yerleri son derece belirgin ve kemiklidir. Su eli ne kadar etli, tombul, yumuşak ise, bu da zıddına o kadar sert, kemikli ve güçlüdür. Geniş omuzlar, kadınsa gür ve havalı saçlar, gösterişli hemen dikkati çeken bir yapı...

Yay’a gelince... Genelde, açık enli ve geniş bir alın, oval ve kemikleri belirsiz kılacak düzeyde bir yüz. Düzgün bir burun, etli olmayan dudaklarıyla konuşkan, iğneleyici ve zaman zaman da alaycı bir tip. Genellikle ince uzun, 35 yaşa kadar zayıf sonra balık etinde ve mide düzeyinde şişkinliği olan bir tip. Umumiyetle girdiği toplumlarda dikkati çeker.

Hava grubundakilere gelince...

İkizlerdekiler... Zayıf, ince, orta ve uzun boylu biri. Eller ince uzun ve kemikli; parmaklar kadınlarda kürdan gibi erkeklerde de son derece ince, tırnaklar ince uzun ve sivri. Kadın yüzünde güzellik, fakat erkekte son derece kemikli, iri bir burun, ufak kulaklar. Mideden şikâyetleri çoğunlukta... Sinir sistemleri hassas, elleri açık! Yerlerinde duramazlar ve sık fikir değiştirirler.

Terazi’ye gelince... Yüz ister kadın olsun ister erkek, son derece güzel. Eller kemikliliğini yitirmiş, fakat tombul da değil; boy orta uzun arası!.. Vücut düzgün. Yanakta ben söz konusu. Konuşkan, canlı, sevecen, hareketli!..

Kova’ya gelince. Hayli az rastlanır. Tıknaz, orta boylu güzel değil sevimli, cana yakın, özellikleri elektrik ve elektronik eşyalar ile ilgilenen, kendini beğenen bir tip. Eller az etli, ince uzun; tırnaklar uzun, ucu sivri.

Su grubundakilere gelince...

Yengeç... İster kadın, ister erkek hemen tanınırlar. Kısa veya orta boy. Etli sayılır bir vücut. Yuvarlak bir baş, üstü kemikli öne sarkık ucu sivri bir burun. Kadında göğüsler belirgin iri. Eller tombul, parmaklar kısa, etli ve uçları sivriye yakın. Zaman zaman aniden karamsarlığa kapılan bir tip. Çene ufak, nokta tip!..

Akrep de kolay tanınır. Orta veya kısa boy. Belirgin kemikli ucu kesik “V” çene. Bacaklar kısa. Yüz genellikle cazibeli. Ten umumiyetle pembemsi beyaz. Kadında ekstra etki söz konusu değilse, diğer su burçlarında olduğu gibi göğüsler ve kalçalar belirgin. Enerjisi kolay kolay tükenmeyen ve çevresine hükmeden bir tip. Her yerde yönetici tavırlar ve eleştiricilik...

Balık ise son derece toplu. Büyük yuvarlak ya da hafif oval etli yüz, iri burun, iri kulak, Akrep’te olduğu kadar arkaya yapışık değil. Yuvarlak etli çene ve gıdı!..

“İç” burç kişinin istidadını gösterir.“Dış” burç kişinin kabiliyetini gösterir.

Evet, buraya kadar anlattıklarımız pratik olarak kişinin “yükselen” burcunu tanımak için bir formül; ama asla kesin olarak böyle diyemeyiz; çünkü o kadar sayısız yarattığı oluşumları vardır ki Cenâb-ı Hakk’ın, bunları ancak gruplar içinde mütalaa edebiliriz.

Şimdi biraz da insanların astrolojik etkilerle nasıl etkilendiği üzerinde duralım...

Birinci etki alım şekli. Doğum anınızda Güneş sistemindeki planetler nerelerde ise, onların üzerinde diğer planetler 30-60-90-120-150-180 derecelik açı yapar bir biçimde geçerken, mutlaka geçtikleri evin ihtiva ettiği konuda bir hareket oluşur.

İkinci etki alım şekli. Bu planetler şayet sizin haritanızdaki bir planet ile birbirleri arasında belirttiğim açıları oluşturacak bir biçimde geçerse bu defa gene benzeri türden, fakat daha sert etkileşimler meydana getirir. Mesela haritanızdaki Venüs ya da Mars’ınızın üzerinden, bir Güneş’in, bir Satürn veya Uranüs ile 90 ya da 120 derecelik açı yaparak geçmesi gibi.

Üçüncü türden bir etki de Ay dolayısıyla oluşan bir etkidir. Ay, duygularımız ile son derece yakın ilişki içinde olan bir planettir. Özellikle bizim “yükselen” burcumuzdan ve yükselen burcumuzun mensup olduğu grubun diğer burçlarından geçerken, bizi son derece etkiler ve çoğu zaman tasvip etmeyeceğimiz aşırı duygusal, fevrî davranışlar içine bizi sokar... Şayet o anda aklımızla içimizde kabaran duygularımızı bastıramazsak, sonradan pişmanlık duyacağımız bir fiili ortaya koymamız ya da sözü sarf etmemiz mukadder olur.

Hemen burada şu mânâya gelen hadîs-î şerîfi hatırlatalım:

Enes (radıyallâhu anh) naklediyor:

Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) buyurdu ki:

“Cenâb-ı Hak bir kazasını yerine getireceği zaman o kulun aklını başından alır, o kul bu hâlde o işi işler; sonra o kulun aklını iade eder de bu defa o kul pişman olup, ben bu işi nasıl yaptım der.” (Deylemî)

Evet, KADER nasıl hükmünü yerine getirir?..

Normal akıllı bir insan, ama ne çare ki kaderin hükmü geldi çattı. Mars Güneş’inin üzerinden geçerken, Ay da yükselen burcundaki bir planetin üzerine düştü. İşte o anda ne olduysa oldu, son derece sudan bir sebeple karşısındaki kişiye karşı içinde aniden bir şiddet uyandı ve çekip bıçağını saplamaya başladı!.. Aklı başına geldiği zaman ise karşısındaki 12 yerinden bıçaklanarak ölmüştü!.. Sonra şöyle konuştu: “Bir anda aklım başımdan gitti, vurdum vurdum. Aklım başıma geldiğinde ise iş işten geçmişti!..”

İşte sık sık gazetelerde gördüğünüz bu satırlar bilinçsiz olarak anlatılan “kader” hükmünden başka bir şey değildir!..

Nitekim yukarıda nakletmiş olduğumuz hadîs-î şerîf de bu söylediklerimizi aynen teyit etmektedir. Böyle olunca, biz kimseyi suçlamayacak mıyız?.. Bu sorunun cevabını ileride “Kadere İman” bölümünde vermeye çalışacağız.[2]

Şimdi sadece olayın geliş şekline bakalım...

Evet, Allâhû Teâlâ’nın kaderi nasıl yerine gelir... Daha doğrusu her an nasıl uygulanmada..?

Beyinlerimiz her an burçlardan gelen sayısız kozmik ışınların bombardımanı altında!.. Bu ışınım, beyinlerimizin ilk açılışı kadarki kapasitesiyle her an alınıp değerlendirilmede... Bu gelen ışınım, sürekli olarak değişen açılar ve değişen güçlerle, beynimizde çeşitli planetlerin etkisiyle açılmış devreleri etkiliyorlar.

Mesela ilk açılımdaki Mars devresi, bir zaman Jüpiter’in yansıttığı ışınımı alırken bir süre sonra Satürn’ün yansıttığı, bir süre sonra Güneş’in yansıttığı ışınımı alıyor. Ya da ilk açılım ile Ay; sürekli üzerinden geçen çeşitli planetlerin yansıttıkları tesirleri almada; ve gene süratli devriyle çeşitli ilk açılım devrelerini etkilemede...

Böylece bizler sürekli olarak hâlden hâle girmekteyiz...

Bazı kişilerin ilk programlanışları çok sert olur ve bunlar beyin yapıları itibarıyla çok hassas olarak aramızda yaşarlar. En ufak bir etki alımında hemen duygulanırlar, daima meseleleri olduğundan çok büyük olarak görüp değişik hâllere girerler.

Bazıları da son derece ağır kanlı, zor değişen tiplerdir. Gene bazıları dışa dönük, atak, girgin; bazıları da içe dönük, pasif, ilk hareketi hep karşılarından bekleyen tiplerdir.

Bazılarının iç dünyalarında çok büyük hareketler olup bunları bir türlü dışa vuramazlar; bazıları da aksine, çok konuşkan hareketli, etkileyici tiplerdir ama iç dünyaları, dışı yeterli oranda besleyebilecek kapasiteye sahip değildir. Çoğunlukla bundan dolayı iç dünyalarında pişmanlıklar yaşarlar.

Kısacası insanların bütün huyları, karakterleri, mizaçları tamamıyla beyinlerinin ilk açılımında aldıkları açılımlar, programlanma istikametinde oluşur. Ve bu ilk tesirlerde ne kapasitede bir açılım ve yönlenmeye nail olmuşlarsa, artık yaşamlarında da o istikamette bir çalışma içine girerler. Ama bu gene de, nasıl başladılarsa öyle bitecektir demek değildir. Zira ilk açılımdan sonra, bir vesile ile o kişi şayet zikre başlar ise, bu defa beyninde yeni açılımlar oluşacağı için, huylarında, davranışlarında bazı değişiklikler olmaya başlar.

Ancak bu değişiklikler, daha ziyade kişinin “istidat” yönüyle alâkalı olan, doğum günleri ile ilgili olarak aldığı tesirlerde daha çabuk görülür. Kişinin “kabiliyet”iyle alâkalı, doğum saatiyle ilgili devrelerde ise, değişim çok daha yavaş olarak meydana gelir.

Daha önceden de belirtmiş olduğumuz gibi, 120. günde alınan tesirlerle ilgili hususlarda ise, yani kişideki “Ayânı sâbite”de ise asla değişiklik olmamaktadır!.. “Saîd ana karnında saîddir; şakî ana karnında şakîdir.”

Yani cennete gitmesine yol açacak ekstra antiçekim dalgalarını üretme ihsanına beyin daha 120. günde nail olmuştur. Ya da maalesef olmamıştır!..

Muhakkak ki Allâh dilediğini yapmadadır!.. Ve trilyonlarla Güneş’in içinde yüzdüğü evreni vareden güce sual sorulmaz yaptığından!..

Evet, beyin belirli “zikir” türleri ile yeni açılımlara kavuşur ve bundan dolayı da kişinin gerek dünya yaşantısı ile alâkalı, gerekse de ölüm ötesi yaşantısını etkileyici bir biçimde sayısız etkiler meydana gelir dedik.

Şimdi hemen burada şu sual akla gelir...

Meditasyonda genellikle kullanılan ve Budizm’de “mantra” kelimesiyle tanımlanan özel anahtar kelimeler vardır ki, bunların meditasyonda trans ya da teveccüh ya da yönelim gibi kelimelerle kastedilen hâllerde tekrarı söz konusudur. Bundan başka böyle bir kelime de kendisi bulup; bu kelimeyi tekrar ederek bir şey elde edemez mi insan?..

Bu sualin cevabını tam olarak anlayabilmek için çok geniş boyutlarda meseleye bakmak mecburiyetindeyiz!..

İslâm’daki “zikir” kelimeleri olan Allâh’ın isimleri, esas olarak varlıkta yürürlükte olan mânâlardır ve beyinde de bu mânâları ortaya çıkartıcı devreler zaten kozmik plandan düzenlenmiştir. Siz bu kelimeleri tekrarlayarak, beyninizin kozmik plana göre bir tür frekans ayarlarını yaparsınız ve evrensel mânâlar ile iletişim içine girersiniz!.. Meleklerle görüşmeye başlarsınız!..

Oysa bu anlama gelmeyen “mantra”larla sadece beyinde rastgele bir hassasiyet, alıcılık oluşturursunuz ki, bu da sizin “CİN” denilen dumansız ateş-manyetik bedenli varlıklarla iletişim kurmanıza yol açar!.. Bunların en iyileri bile pek çok şeyden mahrum kalmanıza yol açar!

Yani özetle, İslâm’daki “Allâh isimleriyle” zikir, sizde Allâh’a yaklaşma ve O’ndaki sayısız özellikler ile bezenme hâli oluştururken; bunun dışındaki kelime tekrarlarının beyninizde oluşturacağı hassasiyet-alıcılık sadece “cin”lerle bağlantı kurmanıza sebebiyet verir. Bu da neticede onların sayısız şekillerde sizi aldatmalarına ve sizin de hiç farkında olmadan onların hükmü altına girmenize yol açar.

Öyle ise her hâli, ilâhî mânâları zâhire çıkarmak suretiyle zikirde olan varlıklar ile oluşturulan bağlantılar, o zikrin bize yansımasına yol açacaktır... Ki bu da canlılar olan yıldızlarla oluşur...

Evrendeki tüm varlıklar, varedenin sayısız özelliklerinin aşikâre çıkmasına vesile olmak gayesiyle ve sanki o özelliklerin yoğunlaşması suretiyle oluşmuştur. Bir diğer ifade ile; tüm takımyıldızlar, yıldız birikimleri olan galaksiler; hep vareden mutlak varlığın sayısız isimlerinin ve vasıflarının yoğunlaşmış hâlleridir gerçekte!.. Ve bunların yaydıkları sayısız kozmik ışınım dahi kendilerini oluşturan mânâların tüm varlığa yayılmasından başka bir şey değildir.

İnsana bakıp, “Bu etten-kemikten ibaret basit bir hayvandır!.. Ruhu yoktur!!! Ebedî bir hayatı yoktur!.. Değişime girer ve tükenir!..” demek ne kadar ilkel ve dar görüşlü bir anlayış ise...

Galaksilere, takımyıldızlara, burçlara, Güneş sistemindeki planetlere bakıp da, onlar için; “Bunlar basit yıldızlardır... Doğar, ölürler... Canlılıkları yoktur, cansızdırlar!.. Laf olsun diye oluşmuş ve oluşmaktadırlar!.. Ne etki alırlar ne de etki verirler...” demek de o kadar ilkellik ve dar görüşlülüktür!..

Yedi semâ (yedi bilinç mertebesindeki tüm yaratılmışlar), arz (bedenler) ve onların içindekiler O’nu tespih eder (Esmâ’sının özelliklerini açığa çıkaran işlevleriyle her an hâlden hâle dönüp dururlar)! Hiçbir şey yok ki, O’nun Hamdı olarak, tespih etmesin! Fakat siz onların işlevini anlamıyorsunuz! Muhakkak ki O, Haliym’dir, Ğafûr’dur. (17.İsra': 44)

Âyeti dahi onların canlılığına ve bir görev ifa etmekte olduğuna işaret etmektedir.

Böylece olayı izah şartlarından mahrum olan eski kemâl ehli de, bu yıldızlarda yaşayan meleklerden söz etmişlerdir, ki esasen aynı şeydir. Bir kısmı da yıldızların ruhunu ifadeye çalışmıştır, ki bu da aynı şeydir.

Nahl Sûresi’nin 16’ncı âyetinde;

“...Necm (yıldız - hakikat ehli {ashabım gökteki yıldıza benzer; hangisine uyarsanız hakikate erdirir... hadisi}) olarak hakikate erdirir!” denmektedir.

Bu apaçık bir gerçeğe işarettir!.. Ancak ne var ki, sürekli olarak tapınma duygusu ile gözünün gördüğü birtakım şeylere tapınma arzusu içinde olan insan, yıldızlarda takılıp kalmasın ve onlara tapınmasın diye bu gerçek örtülmüştür.

“Onlar yıldızla yollarını bulurlar” şeklinde anlatılmak istenmiştir, ki âyetin sadece bu mânâsına şartlanmış olan kişiler bizim bahsettiğimiz yönünü şimdi inkâr etmeye çalışacaklardır.

Oysa yıldızların yaydığı kozmik ışınımlar, onların beyne ulaşması, hidâyet dediğimiz olaya yol açan beyin devrelerini açması ve o kişinin takdiri hüda ile böylece hidâyet bulması hiç de yadırganacak bir olay değildir!..

“Allâh’ım beni doyuran sensin” dediğin zaman, yediğin gıdaların çeşitli organların tarafından değerlendirilerek enerjiye çevrilmesi olayı nasıl ana mânâyı değiştirmiyor ve ortadan kaldırmıyor ise; burada da olay aynıdır!..

Burada anlaşılması gereken en önemli olay şudur:

Bedene nispetle yenen yemeğin, içilen suyun, teneffüs edilen havanın yeri ne ise, yıldızlardan beyne ulaşan ışınımın yeri dahi odur!..

Nasıl ekmeğe suya havaya tapınılmıyorsa, böyle bir şey ilkellik ise, aynı şekilde yıldızlara tapınmak da o derece ilkelliktir!..

Varlıkta mutlak hüküm süren tasarruf eden Allâh Azze ve Celle’dir!..

Dilemiş ve her şeyi bir vesile ile meydana getirmiştir.

Eğer biz aklımızı kullanır, kâinatın nasıl tümüyle bir mekanizma şeklinde işlediğini idrak edebilirsek; Allâh’a karşı kulluk görevimizi çok daha geniş boyutlarda ifa etmiş oluruz!.. Elimizden gelmiyorsa... Muhakkak ki kişi kapasitesi dışında kalandan mesûl değildir!..

Geceyi, gündüzü, Güneş’i (enerji kaynağı olması) ve Ay’ı (çekim gücüyle hormonları harekete geçirip tüm duyularınızı etkilemesi ile) size hizmet veren kıldı... Yıldızlar da (yaydıkları dalgalarla) O’nun hükmünü yansıtarak hizmet verenlerdir... Muhakkak ki bunda aklını kullanabilen topluluk için bir işaret vardır! (16.Nahl: 12)

Allâh yeryüzünde “Halife” olarak insanı meydana getirmek istedi. Onda, kendi özelliklerini izhar etmeyi diledi. Ve onu meydana getirecek muhteşem kozmik fabrikayı, yani kâinatı yarattı!.. Sonra onun içinde, kudretiyle insanı yarattı ve nihayet onu kendine ayna kıldı!.. Tâ ki sayısız özellikleri onlarda her birinde ayrı ayrı yansısın!..

“ALLÂHÛ TEÂLÂ YARATIKLARINI KARANLIK İÇERSİNDE YARATTI VE SONRA ONLARA NÛRUNDAN SAÇTI. O NÛRDAN KİME İSÂBET EDERSE HİDÂYET BULUR. VE HER KİME İSÂBET ETMEZSE DALÂLETTE KALIR.” (Tırmizî)

 “...NECM (yıldız - hakikat ehli {ashabım gökteki yıldıza benzer; hangisine uyarsanız hakikate erdirir... hadisi}) OLARAK HAKİKATE ERDİRİR!” (16.Nahl: 16)

Bu anlayışla, eğer araştırırsak, bu hususa işaret eden daha nice âyet buluruz.

Evet, “Yıldız olarak hakikate erdirir”... Kim?.. Hidâyet bulanların tümü.

Çünkü, âyeti kerîmede sınırlayıcı hiçbir hüküm yok!..

Oysa, maalesef bu yönünden haberdar olmayanlar tarafından, âyetin mânâsı son derece dar kapsamlar içinde mütalaa edilmiş ve kısmen de âdeta zorlanarak; “Çölde yollarını kaybedenler, yıldızlara bakarak yollarını bulurlar” şeklinde bir mânâ ile sınırlanmıştır!..

Evet... “HÂDİY”, Cenâb-ı Hakk’tır!.. Dilediğine hidâyet eder, dilediğini dalâlette bırakır!.. Dilediğine nûrunu isâbet ettirir, hidâyet denilen çalışma ile o yönde onu çalışmaya kolaylaştırır. Dilediğine de isâbet ettirmez!..

Diğer taraftan “YILDIZLAR DA ONUN EMRİNDEDİRLER. AKLI OLAN İÇİN BUNDA İBRET VARDIR” şeklindeki açıklama dahi, yıldızların O’nun emri ile birtakım işler yapmak üzere var edildiğini; cansız, işe yaramaz, süs olsun diye yaratılmış şeyler olmadığını anlatmaktadır.

Ancak bütün bunları değerlendirebilmek için “AKLI OLANLARDAN” olmak lazımdır... Ki geniş boyutlarda konuyu ihâta edip; bütün sistemi tüm ihtişamıyla kavrasın ve Allâhû Teâlâ’nın azametine birazcık olsun yaklaşabilsin!..

Peki, akıl sahipleri nasıl birbirlerine yaklaşıp ilimlerini paylaşabilir?..

Sade akıl sahipleri değil bütün insanların birbirlerine yaklaşımı nasıl olur?..

Ruhları birbirine çeken ya da iten nedir?..

İnsanların, şu yaşam sırasında birbirlerine olan sempatilerinin ve antipatilerinin altında tamamıyla burçlarının birbiriyle uyuşup uyuşmaması hususu yatar. Halk arasında “Yıldızı barışmadı” ya da “yıldızı uydu” denilen tâbirlerin kökeninde, o kişilerin burçlarının etkileri ile birbirleri arasındaki ya çekim ya da itiş kastedilir.

Bu husus Müslim’deki bir hadîs-î şerîf’te, Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) tarafından şöyle nakledilir:

Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:

“Ruhlar (âhirette sınıf sınıf), toplanmış cemaatlerdir. Bundan ötürü, içlerinden birbirleri ile tanışanlar, sevişip anlaşmışlardır. Birbirleriyle birleşmeyenler ise ihtilafa düşmüşler, anlaşamamışlardır”!..

Evet burada, “RUH”ların oluşması hususu üzerinde bilvesile bir nebze daha durmak zarureti hâsıl oluyor...

AHMED HULÛSİ

1986



[1] Bu konuda “A’dan Z’ye ASTROLOJİ” kitabını okumanızı tavsiye ederim. Yazarı: Nuran Tuncel...

[2] Ayrıca kader konusunu en kapsamlı şekliyle “AKIL ve İMAN” isimli kitabımızda okuyabilirsiniz.

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!