1. İnsanlar ne kadar azgınlaşır, zalimleşirse o kadar da belâyı davet ederler. Belânın gecikmesi, azgınlık ve zalimliklerin daha da artmasına müsaade içindir. Mağdurlar dünyada ibadet ve diğer fiillerle kazanamayacakları mükafaatları bu çilelere katlanarak elde ederlerken, bu onlara bir rahmet iken; aynı olay zâlimlerin yaptıkları zulümlerin karşılığını sonsuza dek çekmeleri içindir. Hüküm verilmiştir! Zâlimler sonsuz azaba, mazlûmlar sonsuz nimete erecektir.

  2. Düşünen beyinlere ne ibret var! Bir yanda yaşadıkları şehir dümdüz edilmiş yüzbinlerle ŞEHİD, iş makineleriyle toprak altına bırakılıyor; diğer yanda alttaki videoda izleyeceğiniz hayatı yaşayan müslüman(!) ülkeler! Bu savaşta siviller de öldürülecektir diyen GÜÇLÜ; diğer yanda ALLÂH adıyla işaret edilenin SİSTEMİNİ (sünnetullah) anlamamış milyarlık İslâm ülkeleri. Sünnetullah: GÜÇLÜ GÜÇSÜZÜ YER! BİR YANDA, ÖTEDEN SEYREDEN TANRIYI DAVET İÇİN, TÜM GÜÇLERİYLE VAAD EDİLEN TOPRAKLARI OLUŞTURMAYA ÇALIŞAN GÖZÜ KARALAR… GÜÇLÜLER! DİĞER YANDA, KEYİFLERİ KAÇMASIN DİYE, YALNIZCA LAF YAPIP, YUKARIDA VAR DEDİKLERİ TANRILARININ İNİP KENDİLERİNİ KURTARACAĞINI UMAN GÜÇSÜZLER. HERKES HAKKETTİĞİNİ ALIYOR SİSTEM İÇİNDE! Allâh imanla yaşamayı nasip etsin bizlere!

  3. Her olayda prensip olarak en kötüye göre hazırlanılması taraftarıyım. En kötüsü olmazsa da şükrederim. Siz de en kötü neler olabileceğini düşünüp, ona göre elinizden gelen tedbiri alıyor musunuz? Yoksa, bir şey olmaz, deyip keyfinize mi bakıyorsunuz?

  4. Kurân’a iman edip Rasûlullâh’a tâbi olan kişilerin hiç kimseye bağlanmadan kendi ilmi ve aklıyla yolunu çizmesi gerekir. Hiç kimse kimseye mazeret olmaz. Din ferde gelmiştir. Fert Allâh’a karşı sorumludur. 55 senedir bunu anlatırım, kitaplarım ortada!

  5. CUMHURİYETİMİZİN 100. Yılında MİLLETÇE TEK YUMRUK OLMAMIZ GEREKEN GÜNLERDEYİZ. ATATÜRK’ün KURDUĞU BU CUMHURİYET OLMASA, YA TALİBAN REJİMİNDE YA DA PADİŞAHLIKTA KÖLE OLACAKTIK. HALEN ÜLKEMİZİ PARÇALAMAK İSTEYEN DIŞ GÜÇLERE VE BİRLİĞİMİZE FİTNE SOKAN İÇ UZANTILARINA KARŞI AYIK OLMAK ZORUNDAYIZ. KUTLU OLSUN CUMHURİYET BAYRAMIMIZ.

  6. GELECEĞE DAİR ÖNGÖRÜLERLE ALÂKALI BİR BİLGİMİ PAYLAŞMAK İSTİYORUM… Gelecekle ilgili öngörüler kişinin iki kaynağından birinden açığa çıkar. A. Velâyete bağlı VİZYONLARA dayanan öngörüler. B. Görünmez varlıklarla irtibata dayalı olarak net ifadeler veya işaretlerle açıklananlar. İkisi arasındaki ana fark şudur: A şıkkındaki öngörüler, geleceğe ait alandan yakalanan kısıtlı alan VİZYONLARIDIR. Bu vizyonlarda ZAMAN KAYDI OLMAZ. Vizyonların algılandığı alanda zaman yoktur. O yüzden de bu kişiler vizyonlarından söz ederler fakat zaman-tarih bildirmezler. B şıkkındaki öngörüler ise farkında olarak veya olmayarak görünmezlerle irtibattan kaynaklanan öngörülerdir. Bunlarda ZAMAN BİLGİSİ VARDIR. Ne var ki, bu söylenenlerin pek çoğu tutmaz. Semâdan kulak hırsızlığı yaptıkları Kurân’da belirtilen varlıkların bu öngörülerinin bir kısmı da astrolojik değerlendirmelere dayanır. A şıkkındaki vizyon tespitlerinde ihtimâlsiz net olay söylenirken; B şıkkındaki anlatımlarda ihtimâller ve bir dağınıklık vardır. Astrologların çoklukla dediklerinin tutmamasındaki ana neden de söylediklerinin kaynağının görünmezler olmasıdır. Ama çoğu bunun farkında değildir. Dikkatle bunları izleyenler kaynağı fark edebilir. A şıkkındaki VİZYONLAR beyindeki “EL VELΔ isminin işaret ettiği özellikten kaynaklanır. Bütün rasûller, nebîler ve bizim velî olarak bildiklerimiz bu ismin özelliğinin beyinlerinden açığa çıkmasıyla vizyonlarla karşılaşırlar. Bu vizyonlar kişideki isteğe bağlı olmayıp, tamamen istek dışı anlık yaşamlardır. İlhâmlar dahi bu sistem içinde oluşur. B şıkkındakilerde oluşan öngörüler ise ya küçük yaştan ya da geçirdiği çok önemli bir travma sonucu yaşanabileceği gibi, yoğun riyazatlar sonucu kurulan bağlarla ortaya çıkabilir. Ya da daha önceki nesillerden gelen bağlılıkların kendilerinde açığa çıkmasıyla oluşur. Velhasılı kelâm, okuduğunuz, duyduğunuz öngörülerde ZAMAN belirtiliyorsa, o konuya ihtiyatla yaklaşmak gerekir, zira gerçekleşme ihtimâli çok düşüktür. Sonra, ben bunlara inanmıyorum, hiçbir dedikleri çıkmıyor dersiniz!

  7. Çoğu kişi bu kelimeyi duyunca öcü görmüş gibi korkar, tarikatlarla bağlantı kurar ve uzaklaşır! Nedir bu kelime? ZİKİR! Peki gerçeği nedir bu kelimenin? Bu isim nerede geçer? O zamanda tarikatlar var mıydı? ZİKİR kelimesinin türkçe karşılığı “HATIRLAMA”dır. KUR’ÂN, “HATIRLATMAK” İÇİN BİLDİRİLMİŞ BİLGİDİR. Kur’ân insana HAKİKATİNİ/ORİJİNİNİ “HATIRLATMAK” için bildirildiğine göre, öncelikle fark edelim ki, ZİKİR BİR ÖTE VARLIK, TANRI, İLÂH İÇİN YAPILAN BİR EYLEM DEĞİLDİR! Kur’ân ve Rasûlullâh, Allâh ismiyle işaret edilene, kendinden/nefsinden öte bir varlık olarak, iman etmeni yetersiz bulup; geldiği süreçteki müminlere, “EY İMAN EDENLER BENLİĞİNİZİ YARATAN, HAKİKATİNİZ OLAN (Aminu Billâhi) ALLÂH’A İMAN EDİN, demiştir. Yani ZİKİR, sizin benliğinizin hakikati, Rabbinizdir; bu gerçeği HATIRLA; kendini geçici bir süre kullanacağın bu beden/binek/araç sanmaktan arındır, HATIRLATMASIDIR. ALLÂH’I ZİKRETMEK, demek, hakikî varlığının RABBİNİN ESMÂ KOMPOZİSYONU olduğunu unutma; her an varlığındaki tasarrufun ONA ait olduğu HİSSİYATIYLA yaşa ve herkese de bu gözle, bu gerçeğe göre bak, demektir. Allâh adıyla işaret edilenin tüm özelliklerinin potansiyel olarak (Rahman) varlığını oluşturduğunu; ÖLÜMSÜZ OLUŞUNUN NEDENİNİN DE “HAYY” ismiyle işaret edilen bu özellikten kaynaklandığını; ölümsüz varlığının dışardan bir şeye ihtiyacı olmaksızın devam edegideceğine de “KAYYUM” ismiyle işaret edildiğini HATIRLAMAK/ZİKİRDİR. Günün her saatinde, beyninin bilgi tabanında dışsallık veya bedensellikten kaynaklanan veriler nedeniyle kendini, kullandığın beden sanmaktan kurtulup, VARLIĞININ RABBİNİN ESMÂSINDAN İBARET OLDUĞUNU HATIRLAMAKTIR ZİKİR! İmanın hakikati, bunu hissederek yaşamaktır. Bu yaşamın Kurân’daki tanımı da “daimi salât”tır. Onların şuurlarını yakacak bir ateş de kalmamıştır. Dünya/beden yaşamındayken Allâh’ı Allâh’la seyir hâlindedirler. Seyri Billâh, seyri meâllâh!

  8. İngilizce bilmiyorsun, eline verilmiş otonun kataloğunu ezberliyorsun, tekrar ediyorsun. Otoda bir arıza olduğunda ezberinin ne faydası olur? Bize ESMÂ-ÜL HÜSNA adıyla Allâh’ın güzel isimleri bildirilmiş! NEDİR BU ŞİMDİ? Yukarıda Allâh var, diyenlerin TANRISININ farklı isimleri mi? Bize ne o TANRININ İSİMLERİNDEN; demeyin! Gelelim işin HAKİKATİNE… “ALLÂH” adıyla işaret edilen, tüm algılanan ve algılanamayanların HAKİKATİ VE ORİJİNİ OLDUĞU İÇİNDİR Kİ; insan için de bu böyledir. “ALLÂH” denildiğinde, sırf tekillik anlaşıldığı gibi; her zerre de, O’nun gayrı olmadığı için, gene aynı isimle anılır. Kur’ân, insana hakikatini bildirmek amacıyla vahiy olduğu içindir ki; Allâh insana, hakikatinin, isimlerinin özellikleriyle var olduğunu fark ettirmek üzere “esmâ-ül hüsna”yı bildirmiştir. İnsanın bedeni, beyni, zihni, ruhu kısacası tüm varlığı bu isimlerle işaret edilen özelliklerle yaratılmıştır ve de her ânı bu özelliklerle devam etmektedir. Yani, insan adıyla işaret edilen yapı, tüm boyutlarıyla bu isimlerin her an yeni bir şan alan kompozisyonudur. “Ey insan, sen, benim isimlerimin her an değişen bir kompozisyonundan başka bir şey değilsin! Sen “yok”tan yaratılmış “var” algılanan bir varlıksın! Varlık ve yokluk âlemlerinde var olan sadece benim!” denmektedir sanki. İşte bu nedenledir ki, nereye veya kime baksanız, gördüğünüz hep “ESMÂ-ÜL HÜSNA”nın farklı kompozisyonlarından başka bir şey değildir. Bedenin nasıl kimyası varsa, beden bir kimya kompozisyonu ise, insan ismi arkasındaki her şey de isimler kompozisyonundan başka bir şey değildir. Bu nedenledir ki, her an, acaba bende hangi isimler zihnimde ağırlıklı çıkarak, ben böyle düşünüyorum, diyebiliriz. Bir isme dikkat çekelim… “KAYYUM”. Bu ismin işaret ettiği özellik şudur: Bir dışsal yardıma veya etkiye ihtiyaç duymaksızın, her an kendi varlığındaki kudret ile hayatı devam eden. “HAYY-ÜL KAYYUM” dendiğinde, HAYAT sahibi olup, bu hayatı da varlığındaki KUDRETLE devam eden anlaşılır. İşte insanın ÖLÜMSÜZLÜĞÜNÜ de bu husus açıklar. Buradan VAHİY konusuna da kısaca değinebiliriz… VAHİY de dışarıdan insana gelen bir özellik olmayıp varlığını oluşturan isimler içindeki EL VELÎ ismi kapsamında açığa çıkan İLİMDİR. Arıda da böyledir insanda da… Dolayısıyladır ki, kendini tanımak isteyen her kişi RAB adıyla işaret edilen, isimler kompozisyonunu oluşturan “POTANSİYEL” ve o potansiyeldeki özellikleri fark etmek zorundadır. Aksi takdirde insan, hayalinde yaratılan TANRI figürüne ALLÂH adını etiketleyip, onunla kâh kavga edip, kâh bir şeyler umarak yaşamına devam eder.

  9. Bugün bilvesile size gençliğimden söz edeyim.1963 Eylül’ünde deist iken bir cuma namazına gitmiştim annemin israrıyla. Camide içimden bir ses bırak bu işleri bize dön, dedi. Döndüm. Birkaç ay sonra bir dost beni Medine’li Hacı Osman Efendi ile tanıştırdı. Çok kısa sürede yakınlaştırdı beni. Haftada üç gün Cerrahpaşa’dan Beykoz’a evine gider, ordan alıp Beşiktaş’taki Karaköy’deki, Eminön’ündeki camilere vaaza giderdik beraber. Vaazlarından sonra tekrar Yenköy’e gelir motorla Beykoz’a geçer evine bırakır, Cerrahpaşa’ya dönerdim. İlk temel din bilgimi, tasavvuf anlayışımı ondan edinmiştim. İnsanlar çoklukla vaiz gözüyle bakardı bu Zâta, ama çok daha derinlikli bir kişiydi. Ben askere gidene kadar böyle devam etti, askerdeyken de bekâ âlemine geçti. O tarihte Sarayburnu açıklarındaki Amerikan savaş kruvazörü boğazdan gelip Eyüb Sultana giden sayısız deniz aracını görünce, değerli bir zâtın geldiğini öğrenmiş ve bayrağını tazim için yarıya indirmişti. Tasavvufa, geleceğe dair pekçok anlattığı özel şeyler vardı. Bazılarını yazmıştım. Annemi de çok severdi. 120 günlük riyazata girdiğimde, rahmetli annem kendisine yakınmış, o da bana bir mektup yollayıp çıkmamı istemişti. Akabinde de askere gitmiştim… O tarihte İstanbul’da yüksek maneviyatlı iki zât vardı. Gönenli Mehmed Efendi rahmetullah ve Osman Efendi. İkisiyle de görüşürdüm fakat hoca olarak Osman Efendi bana daha yakındı. 40 yılı Medine’de geçmiş, okumadığı eser kalmamıştı ordaki kütüphanelerde. Benim bitmez tükenmez sorularıma sabırla cevap verir, hep ilmi tavsiye eder, ilimsiz tasavvuf olmaz, derdi. Kendisi Nakşi idi ama bazılarına Kâdiri dersi de verirdi çok özel olarak. Dediğim gibi herkes ilim sahibi vaaz hocası sanırdı. Cüppeli Ahmed Hoca’nın bir vaazını yollamışlar. Dinleyince o anılarımı yaşadım şimdi ve sizlerle de paylaşmak istedim. Bazı çok sıkıntılı anlarımda yaşamıma müdahalesine şahid olduğum bu muhterem Zâtı saygıyla anıyorum. Allâh indinden mükâfatlandırsın. (1965 yılındaki Dua kitabında ve daha sonra yazmış olduğum “DUA VE ZİKİR” kitaplarındaki duaları ilk kendisinden öğrenmiştim. 1967 yılında yazdığım TECELLİYÂT KİTABINDA yazdıklarımın temelinde de gene kendisinin öğretip yaşattıkları vardır.) Not: O zaman kendisi 80 yaşındaydı ben 18. Dede ile torun gibi…

  10. VARLIĞA BAKIŞIMIZI YENİDEN TANIMLAMAK ÜZERİNE FİKİRLER… Genelde beşerî kabullerimiz üzerinden yola çıkarak, İSİMLERE BİR VARLIK VERİP, İSİMLERİ OBJE KABUL EDEREK, DÜŞÜNÜYORUZ. Bu da bizi fark etmemiz gereken realiteden uzaklaştırarak, hayalî bir dünyada, gerçeklere dayanmayan bir dünyada, METAFORLAR DÜNYASINDA yaşamamıza yol açıyor. Bilelim ki… İSİMLERİN VARLIĞI YOKTUR! İSİMLER KUTSAL DEĞİLDİR! İsimler yalnızca bir işaret kelimesidir. İSİMLERİN, nesne veya kişiye işaret için kullanılan bir kelime olmanın ötesinde hiçbir varlığı yoktur! Önemli olan isimler değil, İSİMLERİN İŞARET ETTİĞİDİR. Ne varki biz genelde isimlere VARLIK verip, o varlığı da beynimizin bilgi tabanına göre tahayyül ederek, isimlenen varlığı gerçekte olmadığı gibi düşünürüz. Yani, Cebbar olan bir Tanrı gibi! Burada bir obje yaratmışızdır. KUR’ÂN bu konuda, ilk okunan âyetinde, BESMELEDE bizi şöyle uyarır: “İSMİ ALLÂH”! Kurân’ı okuyup anlamaya çalışırken, düşünürken, “İSMİ” kelimesinin anlamını göz ardı edip, “ALLÂH” adından yola çıkarak, ötemizde bir muhatap oluşturur; sonunda da İNSAN GİBİ DÜŞÜNEN, DAVRANAN, HÜKÜM VEREN BİR İLÂH/TANRI noktasına varırsak, hiçbir yorumumuz gerçekçi olmaz. “ALLÂH” ismi ile işaret edilen, günümüz ilmiyle bildiğimiz kadarıyla, milyarlarla galaksiyi, trilyonlarla yıldızı barındıran, sayısız varlık türlerini yaratan bir varlıktır. Belki varlık veya yokluk kavramını kabul etmeyen bir kudrettir. Demek oluyor ki, çoğunlukla düşündüğümüz, İNSAN BENZERİ DUYGULARI, KARARLARI, HÜKÜMLERİ OLAN BİR TANRIDAN/İLÂHTAN söz edilmemektedir Kurân’da. Bu girişten sonra şimdi gelelim esas konumuza… “ESMÂ-ÜL HÜSNA” diye işaret edilen Allâh’ın güzel isimleri denen hususa… Önce şunu vurgulayalım, sonra açıklamasına geçelim. Bu isimlerin soyut/somut varlığı var da, her şey onlardan meydana geliyor, anlayışı beşerce/insanca bir düşüncedir. Her şeyin HAKİKATİ olan, ALLÂH ismiyle işaret edilen varlığın ilminde, sayısız özellikle yarattığı bir evrende yaşamaktayız! Trilyonlarca yıldızı barındıran evrendeki bir dünyada varolmuş şuur sahibi bir yaratığa, içinde yaşadığı dünyasındakilerin her an nasıl açığa çıktığını fark ettirmek için, kendisinde açığa çıkan özellikleri, belirli isimler ile tanımlamıştır ki buna da “esmâ ül hüsna” denilmiştir. Yani, Allâh’ın isimleri var değil, yarattıklarının özellikleri vardır ki, bunlar isimlendirilmiş ve “esmâül hüsna” denmiştir. Yani, tüm esmâ, yarattıklarından kaynaklanan bir şekilde oluşmuştur. ALLÂH adıyla işaret edileni değil, yarattıklarındaki özellikleri anlatır! “ALLÂH âlemlerden Ganîdir” âyeti de buna işaret eder. Âlemler ismi, tüm yaratılmışları içine aldığı içindir ki, buna esmânın varlığı da dâhildir. Bir hakikat ehlinin “âlemler varlık kokusunu dahi almamıştır” sözü bu realiteye işaret eder. Tüm isimlerin işaret ettiği özellikler yaratılmış âlemlerdeki özelliklerdir ki; Allâh ZÂTI itibarıyla bunlarla kayıtlanamaz. Buna “tenzih” denmiştir. Sıfatlar dahi, insanın varlığını oluşturan “esmâ”nın işaret ettiği özelliklere göre/dayalı olarak tanımlanmıştır. Bu yüzdendir ki, ZÂTI yani orijini itibarıyla mutlak bilinmezdir (Gaybül guyub). Buraya kadar anlattıklarımdan, umarım anlaşılmıştır ki, mutlak olarak bir bilinmezlik olan ALLÂH ADIYLA İŞARET EDİLEN hakkındaki tüm konuşulanlar yalnızca “insan” adıyla var olan kompozisyonun dünyası ile alâkalıdır. Peki o zaman “Allâh kızar, sever, intikâm alır, duyar, görür” vb. anlatımları nasıl kavramamız gerekir… İnşaAllâh onu da başka bir sohbette yazalım.

  11. İnanmayabilirsin… İnanıyorum, diyorsan, inancında şüphe olmasın! İnandığında kusur görme! Kusur görmek, inancındaki kusurdur! Allâh’a inanıyorum diyorsan, kusur görme, hesap sorma! Kusur görüyorsan, hesap soruyorsan; niye buna müsaade ediyorsun, diyorsan; bu zihninde yarattığın TANRINA aittir! Allâh adıyla işaret edileni kavramış, O’na iman etmiş olanda, fiillerinden dolayı kusur bulmak, suçlamak olmaz! “SİZİ DE FİİLLERİNİZİ DE ALLÂH YARATTI”!

  12. İsmi BEYİN olan gerçeğiyle frekans/bilgi yumağıdır ve bu yapısı itibarıyla ÖLÜMSÜZDÜR. Ölümü TADAR! Evren de böyledir. Her an yeni bir şandadır!

  13. Önceki tweetimde isimlerin obje olmadığını, isimlerden yola çıkılmak suretiyle hiçbir şeyin tanınamayacağını açıklamıştım. Şimdi de Allâh isimlerinin nasıl anlaşılması gerektiği hususundaki düşüncelerimi yazmak istiyorum. Allâh isimlerinin anlaşılması iki yönlü olarak ele alınır, evrensel planda ve insan ismiyle işaret edilen kompozisyon kapsamında. Öncelikle şunu çok iyi kavrayalım ki tüm boyutlarıyla evren, sonsuz sınırsız özellikler potansiyelidir! Her şey bu potansiyelden açığa çıkar; açığa çıkan her şey de potansiyeldeki özelliklerin bir kompozisyonu olarak açığa çıkar. Yani varlıkta gördüğünüz her bir şey, algıladığınız her bir şey, esasında evrende var olan potansiyeldeki özelliklerin bir kompozisyonu olarak yaratılır. Bu kompozisyonlar, yani çeşitli isimlerle tanımladığımız varlıklar, her an kendi içinde bir dönüşüm içindedir; biz bu dönüşümü fark etsek de fark etmesek de! İşte bu kompozisyonları oluşturan farklı özellikler, dinde Allâh isimleri olarak tanımlanmış ve her ne kadar 99 olarak özetlenmiş ise de, bunun sonsuz sayıda olduğuna da işaret edilmiştir. İnsan yönünden konuyu ele alırsak, insan dahi isimlerin işaret ettiği özellikler kompozisyonu bütünüdür! Her an sözü geçen tüm isimlerin özellikleri insanda zihnen ve bedenen açığa çıkmaktadır. Bu isimler, insanın kendisinde açığa çıkan özellikleri fark etmesi için bildirilmiştir. Şimdi çok önemli bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Allâh isimlerinden olan “el Galip” ismini irdeleyelim. Dünya üzerinde, kim veya hangi topluluk olursa olsun, o an veya o süre içinde karşısındakilere galip gelmişse, bu “galip” ismi ile işaret edilen potansiyelin o varlıkta açığa çıktığını gösterir! Tarihteki bütün yaşananlar, ki galip gelenler kim olursa olsun, hangi isim altında olursa olsun hep “el Galip” isminin işaret ettiği özelliğin o varlıkta açığa çıkması dolayısıyladır. Hiçbir varlığın “el Galip” isminin özelliği kendisinde açığa çıkmaksızın, karşısındakilere galebe çalması mümkün değildir. Ana program dolayısı iledir ki, kâh bir taraf galip gelir kâh diğer taraf galip gelir! Hangi hedefe ve amaca dönük olarak bu galibiyetin orada açığa çıktığını yaşamın o ânı içinde fark etmeyebiliriz! Ancak şunu da bilelimki, belli bir süreçte, ki galibiyet hiç kimse veya topluluk için mutlak galibiyet değildir; çünkü yaşamda Mutlak yoktur! Bugün galip gelen yarın karşısındakinin galip gelmesi ile mağlup duruma düşebilir. Biz o anki oluşumun hangi gelişmelere vesile olması amacıyla meydana geldiğini bilemediğimiz için yanlış yorumlara düşebiliriz. Şunu da aklımızın bir yanına yazalım…. OLACAK BELLİDİR; OLAN HER ŞEY OLACAK OLANIN BASAMAĞI OLARAK OLMUŞTUR! Bu yüzden de olanın olmama, olmayanın da olma ihtimâli yoktur! Gelelim ALLÂH’ın kulun fiillerini sahiplenmesi konusuna… Tüm oluşumları meydana getiren, kompozisyonları meydana getiren yapının adı dinde “RAB” olarak tanımlanmıştır. Oluşan, yaratılan kompozisyonlar da dinde “KUL” olarak isimlenmiştir. “KUL”, “RAB”binin açığa çıkarttığını yaşamak mecburiyetindedir. Tıpkı bedenin, girdilerinin sonucunu açığa çıkarmak zorunda oluşu gibi. Bu yüzdendir ki, kulun gülmesi, üzülmesi gibi duygular izharını Allâh, Kurân’da kendisine bağlamış, intikâm alıcı olduğunu benlenmiştir. Bunlar, “KUL”da açığa çıkanların Allâh isimlerine/potansiyelin bağlı olduğu içindir. İSİM ÖZELLİKLERİ YÖNÜNDEN/DOLAYISIYLA TÜM SIFATLARI BENLENEN ALLÂH, ZÂTI orijini İTİBARIYLA DA TÜM İSİM ÖZELLİKLERİYLE AÇIĞA ÇIKANLARDAN BERİDİR! “KENDİNİ TANI”nın anlamı, ben hissiyatı altındaki her şeyin, “RAB”binin yaratısı ile meydana geldiğini fark etmen içindir. Tüm organlarının kaderi nasıl ana rahminde açılan bir programın eseri ise, tüm evren içre evrenlerin programı da “EZEL” denilen potansiyel boyutunda belli ve programlanmıştır. YAŞAMDA TESADÜF VEYA İHTİMÂL YOKTUR!

  14. “ALLÂH AHLÂKIYLA AHLÂKLANIN” işareti de yukarıda açıklamaya çalıştığım üzere, beşeriyetinizin oluşturduğu değer yargılarına göre varlığı değerlendirmek yerine; HAKİKATİNİZDEKİ REALİTEYE göre yaşamı değerlendirecek aşamaya geçin, hususuna dikkatleri yöneltmek içindir. Hz. İsa da bu gerçeğe, “SEN İNSANCA DÜŞÜNÜYORSUN, ALLÂH GİBİ DEĞİL!” diyerek işaret etmiştir. Seni çok üzen olayda, en azından şöyle düşünebilirsin; “bunun Allâh indinde yeri ne”! Vereceğin cevap, olaya nasıl bakman gerektiğini sana gösterecektir.

  15. Bizim baktığımız pencereden bakanlar çok iyi fark etmişlerdir ki çağımızda materyalist felsefe iflâs etmiştir! Materyalist felsefeye dayanan bütün geçmiş felsefî bakış açıları da günümüzde geçersiz kalmıştır! Geçmişteki hangi filozof düşünür veya din adamı olursa olsun materyalist anlayışa dayalı olarak yaptığı yorumlar günümüzde geçersizdir! Yalnızca göze, kulağa, dokunmaya dayalı değerlendirmeler dahi birçok konuda gerçeği yansıtmamaktadır! Bugün bilimsel olarak biliyoruz ki madde dediğimiz şeyin aslı dalgaboyu enerjidir. Dalgaboyu da bilgidir. Orijin “nokta”da her şeyin aslı TEK’tir! Yani hepimizin aslı ve orijinali bu sonsuz sınırsız; her türlü tanımdan öte “tek”tir! Tekin, tekliğin yanısıra ikinci bir varlık da yoktur! Din metaforik olarak bu “TEK”liğe “Allâh” adıyla işaret etmiştir! Yanısıra da tanrısallığın söz konusu olmayacağını vurgulamıştır. “ALLÂH” ismiyle işaret edilen ne varsa, bilin ki sizin HAKİKATİNİZDE mevcuttur; farkında olmasanız da! Bu yüzdendir ki Hazreti Muhammed, insanları kendi hakikatleri ve orijinalleri olan boyutsal derinliklerindeki, hakikatlerindeki özellikleri keşfedip tanımaya davet etmiştir. Bu davetin sırrı çağımıza kadar metaforik tasavvuf anlayışıyla ulaşmışken, çağımızda bu anlatımın neye dayandığı hologram sistemiyle açıklık kazanmıştır. Hologram sistemine göre, tümde var olan bütün özellikler aynıyla, her bir noktada, zerrede mevcuttur! Yani evrenin orijinalinde var olan tüm özellikler, her bir birimin kendi boyutsal derinliğinde de mevcuttur! “KENDİNİ TANI” prensibinin dayandığı gerçek, insanın zihninin derin boyutlarında mevcut olan, sınırsız potansiyel farkındalığını yaşamasına işaret etmektedir. Bu hususu bu şekilde vurguladıktan sonra esas soruya gelelim. Hepimiz Özde bir ve tek olmamıza rağmen, nedir bu yaşamdaki sonsuz zıtlıklar ve düşmanlıklar; niçin kurallar? Nasıl oluşmuş bunca birbirinden farklı varlıklar, türler, yapılar! Normalde beyin yapımız her şeyi dışarıdan içeriye doğru algılama, çözme sistematiğine göre çalışır. Oysa gerçeği çözmenin yolu, içeriden dışarıya doğru ya da tekten çokluğa doğru bakış açısıyla değerlendirmek suretiyle mümkündür. Şimdi bir misâl vermek istiyorum… Sperm ile yumurtanın birleşmesinden oluşan ilk hücreyi düşünün… Bu hücrenin içinde, hangi organların nasıl oluşacağının bilgisi programı mevcuttur! Bu program safha safha açılarak, sonraki aşamaları meydana getirir ve sonuçta bildiğimiz insan bedeni meydana gelir. Yani bir bedenin sonuçta ne hâlde oluşacağı, daha ilk hücredeki programda gizlidir ve bellidir! İşte bunun gibi, evren içre evrenlerdeki tüm oluşumların da varoluş yapı ve işlevleri, zamansızlık tekillik noktasındaki programdadır! Bu program itibari ile de tüm beşerî değerlendirmeler geçersizdir! Beşerî değerlendirmeler, varlıkta kompozisyonlar boyutu itibari ile geçerli olmaya başlar. Varlığı oluşturan tüm özelliklerin birer kompozisyonu olan tüm beyinler, kendi oluşumlarına göre değerlendirmeler yaparlar ve o değerlendirmeler dünyasında yaşarlar! Hiç kimse de bir başkasının dünyasını algılayıp, hissedip yaşayamaz! Bu hususa “hepsi de kendi programları doğrultusunda fiiller ortaya koyarlar” âyeti ile işaret edilmiştir. Her bitki, her hayvan, her insan kendi oluşmuş programının gereğini ortaya koyar ve bunun dışında bir şey ortaya koyması da mümkün değildir! Bu sistemde geçerli kural “güçlü güçsüzü yer”dir! Sistemde mazerete yer yoktur, mazeret geçerli değildir! Unutmayın ki, siz o beğenmediğiniz kınadığınız kişinin şartlarında dünyaya gelip, o şekilde yetişseydiniz, onlardan farklı olmayacaktınız! Hatırlayın ki, hiç kimse, dünyanın neresinde hangi toplumda hangi ırkta cinste türde oluşacağını seçmemiştir! Bu sebepledir ki, insanları ellerinde olmayan şeyler yüzünden eleştirmeyip, zararlı fiilleri nasıl engellenebilir bunun üzerinde düşünmemiz gerekir.

  16. GÖZÜN GÖRDÜĞÜNÜN ÖTESİNDEKİ BOYUTLARI İLİM GÖZÜYLE GÖRÜP, VARLIĞI VE YAŞAMIN ORİJİNİNİ ONA GÖRE DÜŞÜNÜP DEĞERLENDİRİN… SONSUZDAN GELDİK SONSUZA GİDERİZ! Şöyle de demişler, ASLI HÛ FASLI HÛ NESLİ HÛ! Sen oyalan TANRINLA!

  17. “HAKİKAT ÖTEDE DEĞİL SENDE” realitesi, genelin anladığı gibi DEĞİLDİR! “BEN” diye işaret edip düşündüğün varlık var da, onun içinde Allâh var, DEĞİLDİR! GERÇEK ŞUDUR: Yalnızca İSMİ ALLÂH OLARAK bildirilen, tanıtılan vardır tüm algılanan veya algılanamayan varlıkta. Hangi isimle neye işaret edilen varsa hepsi de var olan TEK’in ilmiyle YOKTAN YARATILMIŞ; kendine özgü varlığı olmayan, her zerresine kadar varlığını TEK’ten alan varlıklar; özgün varlığı olmayarak, YARATANIN varlığından kaynaklanan özelliklerle oluşmuştur! Yani, sen varsın da sende, hakikatinde ALLÂH var değildir! YARATILMIŞ OLAN “BEN” hissiyatı, kabulü, etiketidir! Bu yüzden de bildirilmiştir ki, “NE YANA DÖNSEN ALLÂH VECHİNİ GÖRÜRSÜN”! Zihnini “BEN” hissiyatından arındırırsan, ortada kendi varoluş programına ve algoritmasına göre her an yeni bir dönüşüm/oluşum içinde olan varlıklardan başka bir şey göremezsin. Bu anlattığımızı idrak eden için de neden, niçin gibi sorular biter. “KUR’ÂN ÇÖZÜMÜ” ahmedhulusi.org çalışmamızın önsözünde açıkladığımız üzere tüm evrende ve boyutlarda işleyen sistem TETİKLEME SİSTEMİDİR. Bu sistemle evren ve her şey yaratılmış ve… HER ŞEY OLUP BİTMİŞTİR ZAMANSIZLIK BOYUTUNDA! İnsan, her şeyin olup bittiği, kıyametin koptuğu, cehennem ve cennet metaforlarıyla anlatılan boyutsal aşamaların yaşandığı bir boyutun, dünya bilincine yansımasını yaşama sürecindedir şu an itibarıyla. İleride belki bu konuyu daha açık izah ederim inşaAllâh. Beyninin derinliklerinde zaman kavramsız olarak bu boyut vardır; çünkü zaten o tekil dalgaboyu/bilgi yapıdakinin dönüşmüş hâliyle varsın! Sen sanırsın ki, varsın; Bu yalnızca varsayımın! Anlık rüyâlardır yaşamın; Bu da geçer, ya HÛ! KURÂN’I “OKU”YAMIYORSAN; tasavvuf erenlerinin dediklerine kulak vermiyorsan; çağdaş bilimin ve düşüncenin bulgularından yararlanmıyorsan (üçü de gereklidir helva yapmak için) ömrün din tasavvuf dedikodusuyla, kâh kâbus, kâh keyifli rüya içinde geçecek demektir!

  18. 1970 yılında yayınlamış olduğum “RUH İNSAN CİN” https://ahmedhulusi.org/tr/kitap/ruh-insan-cin/kurana-gore-cinKitabında, insanların bilerek veya bilmeyerek cinnî (görünmez) türlerle ilişkide olduklarını açıklamıştım. Cinnî varlıkların kültürlü kesimlerde kendilerini UZAYLI-ALIEN olarak tanıttıklarını da detaylı yazmıştım. Sanırım önümüzdeki birkaç yıl içinde bu iş iyice tırmanacak; UZAYLI GEMİLER VE VARLIKLAR GÖRÜNTÜSÜ frekansal olarak insanların beynine ulaşacaktır… Şu an bile cinlerden aldıkları bilgilere dayanarak İstanbul depreminin Aralık sonuna doğru olacağını X’te yazanlar; ABD’den, UZAYLILARIN aramızda olduğunu söyleyip, 2-3 bin dolara onlarla görüştüreceğini iddia edenler var… Uyanık olmakta yarar görüyorum. Buna örnek, 8 yaşından beri iletişimde olduğu cinleri uzaylı sanarak bu işten büyük paralar kazanan adam…

  19. AÇIK VE NET YAZIYORUM. RASÛLULLÂH MUHAMMED a.s.’ı ELEŞTİREN KİŞİ NE MÜMİNDİR NE DE MÜSLİM! Bu gibi kişilerin İslâm Dini, Kur’ân ve hadisler hakkındaki yorumları da hiçbir değer taşımaz; dikkate alınmaz! Çünkü bu tür eleştirileri olan kişi ne ALLÂH İSMİ İLE İŞARET EDİLENİ VE BUNU AÇIKLAYAN ÂYETLERİ “OKU”YABİLMİŞTİR; ne “RASÛLULLÂH” tanımının anlamını anlamıştır! Hayalinde yarattığı tanrısına ALLÂH adını takıp, “RASÛL”ü de onun elçisi, postacısı gibi kabullenmiştir. Kayıtsız şartsız Rasûle iman etmeyen, otomatikman O’nun bildirdiği Kurân’a da, Allâh’a da inanmıyordur. Böylesiyle de hiçbir tartışmaya girilmez! Beşerî kabullerine GÖRE, Rasûlü ve Kurân’ı eleştirenler önce Allâh adıyla etiketledikleri TANRI anlayışlarını bir kenara koyup; “Kur’ân ALLÂH ismiyle neye işaret ediyor” noktasından düşünmeye başlamak ZORUNDADIRLAR! Bunu başarabilirlerse, o zaman sıra “RASÛLULLÂH” tanımının ne anlam ifade ettiğine gelir. Rasûlullâh’tan gelen ilim, geçmiş Rasûllerden farklı ve artı olarak, “B” SIRRI diye açıklanmış olan “ALLÂH” farkındalığı ilmidir. Bu ilim Kurân’da gerekli yerlerde “B” harfinin kelimenin başına getirilmesi suretiyle oluşmuştur ki, anlamı “ÖTENDEKİNE DEĞİL VARLIĞININ ORİJİNİNDEKİNE İMAN ET”dir! Bakara sûresinin 285. âyeti bu esasa dayalı olarak, Allâh’a, kitaplarına (hakikat bilgisine), meleklerine (varlığını oluşturan kuvvelere) iman edilmesini anlatır. Ayrıca bu konuya projektör tutan şu âyeti düşünün, ki bu âyet, Rasûle iman ettiğini söyleyen çevresindekilere hitap ediyor: “EY İMAN EDENLER, AMİNU “B”İLLAHİ (hakikatiniz olan Allâh’a iman edin).” Yukarıda açıklamaya çalıştığım anlayış yanlışının sebebi de şudur: Kendini yalnızca beşeriyetiyle “BEN” kabul eden zihin, varlığın mutlak bölünmez parçalanmaz, cüzlere ayrılmaz TEKLİĞİNİ VE BU TEKLİK İÇİNDE YERİ NE OLURU düşünemeyince, otomatik olarak ÖTESİNDE BİR TANRI YARATIP, işin özünden kopuyor! Sonrası da çorap söküğü gibi geliyor! Öyle ise, ÖNCE TEKLİĞİ ANLAMAYA ÇALIŞIN; sonra da TEK nerede bitiyor ki “Ben” başlıyorum sorusunun cevabını kavrayın… Bundan sonradır ki “iman” kapısından girersiniz!

  20. Üzerinde düşünüp, bildirileni kavrarsak, Cuma’mız mübarek olacak; Tanrı kavramına yer olmadığını fark etmiş olarak: İhlâs Sûresini okuyun.

  21. “ALLÂH İNDİNDE DİN İSLÂMDIR” âyet. “DİN İÇİNDE ZORLAMA YOKTUR” âyet. Bilelim ki… KURÂN’a göre, ezelden ebede geçerli olan DİN yani ALLÂH adıyla işaret edilenin varlığı ve SİSTEMİ [sünnetullah] değişmez gerçekliktir. Bu gerçeklik içinde ZORLAMAYA YER YOKTUR! Şunu fark edelim ki, DİN BİLGİSİ FERDİ MUHATAP ALIR! Ölüm ötesi yaşamı olan varlıkları muhatap alır! DİN; İMAN, İNANÇ İÇİN BİLDİRİLMİŞTİR. Eğer kişi varlığının hakikati olan sonsuz özelliklere sahip Allâh adıyla işaret edilene iman ederse, dünya yaşamında da, ötesinde de bunun çok yararlarını görür. Buna iman etmeyen ise ötesinde bir tanrı bulamayacağı için, hep kendi sınırlı kapasitesi ile başbaşa kalarak, çok sıkıntı çeker. Herkes kendi anlayışının getirisi olanı yaşayacaktır kendi dünyasında (kabrinde) KABULLERİNE göre! Kimse içsel idrakı ve anlayışına dayanmayan, ZORLAMA YOLLU yaptıklarından yarar görmez! İnanmadığını zorla yapanın tanımı, münafıklıktır. Ayrıca hiç kimse yaptıklarına veya yapmadıklarına MAZERET olarak başkalarını öne süremez. SÜNNETULLAH ismi verilmiş, içinde bulunduğumuz sistemde, her birim kendisinden açığa çıkanların otomatik sonucunu yaşar! Bilmiyordum, duymadım, ama denmiştiki, türü söylemler Sünnetullah’ta geçersizdir! SÜNNETULLAH DENİLEN SİSTEMDE ACIMA MERHAMET YOKTUR; beşerî duygu ve değerlere yer yoktur! Bu hususa işaretle Rasûlullâh, “eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, rahat yataklarınızda yatamaz, Allâh Allâh diyerek dağlara kaçardınız” buyurmuştur. Tekrar ediyorum, HER BİRİM KENDİSİNDEN AÇIĞA ÇIKANLARIN SONUCUNU OTOMATİK OLARAK YAŞAYACAKTIR! Hiç kimse ünvanı etiketi ne olursa olsun, kimseyi yaptıklarının sonucunu yaşamaktan kurtaramaz! Bu yüzdendir ki, dışsallıktaki bir kişiye veya nesneye değil içselliğin olan RABBİNE YÖNEL denmiştir. “ALLÂH’a FİRAR EDİN” âyeti de buna işaret eder. Uyuduğunuzda olduğu gibi, kabir âleminizde, hologram dünyanızda da yalnız olacaksınız. Rasûlullâh dışında kimseye bağlanmayın, ama her ilim sahibinin ilminden de yararlanın ebedî dünyanızı inşâ ederken. KUR’ÂN BİLGİSİ ve RASÛLULLÂH AÇIKLAMALARI DIŞINDAKİ BÜTÜN FETVA DENİLEN YORUMLAR KİMSEYİ BAĞLAMAZ! Herkes kendi anlayışının sonucunu yaşar ve yaşayacaktır sonsuza dek! Herkes kendi fıtratına, anlayışına göre yorumunu yapar ve o yorum yalnızca bilgidir başkaları için. Aklına, mantığına, inancına uyarsa değerlendirirsin, uymazsa da yoluna devam edersin. Kurân’ın bir kısım âyetleri NESH (kaldırılır veya değiştirilir) OLMAZ. BUNLAR İMAN KONUSU OLAN, SÜNNETULLAH REALİTESİ OLANLARDIR. BAZILARI İSE NESH OLUR, BUNLAR DÜNYALIK, ORTAM ŞARTLARINA GÖRE OLAN HÜKÜMLERDİR. İnsanın hakikati, iman edilesi esaslar, oluşumu, yapısı hep aynıdır nerede olursa olsun, hangi zaman diliminde var olursa olsun. Dolayısıyla bu değişmez sisteme göre bildirilmiş hükümler kıyamete kadar geçerlidir. Fiillerle ilgili hükümler ise, uygulamayan için Allâh ile kendi arasındadır. RABBİ yaptıklarının sonucunu yaşatır! Biz başkalarını, zorla öğrendiklerimizi yaşatma hakkına sahip değiliz. https://www.ahmedhulusi.org/tr/kuran/088-gasiye-suresi Dünya yaşamında “RÜŞD”e ermek için varız ve “RÜŞD”e ermenin bilgisi de hakkıyla bize ulaşmıştır. “Allahumme elhimniy RÜŞDE” duası Rasûlün öğrettiği bir duadır; rüşde, İLHAMLA erileceğine işaret eder! Fiillerle değil. İlhamın kapısı da Rabbine yöneliştir! Rahmeti, SENDEN SANADIR! Anlayabilsek!

  22. Kurân’daki fark etmemiz gereken en önemli metaforlardan biri de semâ ve arz isimleridir. ARZ ismiyle insanın beden boyutuna, SEMÂ ismiyle de bilinç, zihin boyutuna işaret edilmiştir. NEFİS ismi ise zihinde oluşmuş benlik kavramına işaret eder. “İkân sahiplerine (varlığın hakikatinin Rabbin özellikleri olduğuna vâkıf olanlara) arzda işaretler vardır (bedenin çalışma sistematiği ve otomasyonu tek bir programın açılımına işarettir)” (Âyet) “Nefslerinizde! (Benliğinizin hakikati olarak). Hâlâ basiretinizle görmüyor musunuz?” (Âyet) Hâlâ ötenizde bir tanrı hayal edip, bu hayal üzerine kurgular oluşturarak mı yaşayacaksınız? “Yaşam gıdanız da (varlığınızı oluşturan her şey), vaad edilen de (cennet yaşamı olarak tanımlanan hakikatinizi oluşturan tüm esmâ özelliklerini açığa çıkarma boyutu) beyninizin potansiyel alanında) semâdadır.”(Âyet) “İNSAN VE DİN” kitabımızda bunu da açıklamıştık: https://www.ahmedhulusi.org/tr/kitap/insan-ve-din Rasûlullâh a.s. şöyle dua ederdi hakikati olan Rabbine (varlığındaki potansiyel alanına): “Euzü BİKE minke - Varlığımı oluşturan sana sığınırım senden!” Bunları düşünebilme saadeti bahşedilmiş olanlara Selâm olsun!

  23. YERYÜZÜNDE AÇIĞA ÇIKMIŞ EN MUHTEŞEM BEYİN, RASÛLULLÂH MUHAMMED MUSTAFA a.s.’nın Mekke devri hayatını anlatan kitabımızın İNGİLİZCE ÇEVİRİSİ web sitemizde yayına girdi. Severek okuyacaksınız ve dostlarınıza tavsiye edeceksiniz, türkçe veya ingilizcesini. TÜRKÇESİ: https://www.ahmedhulusi.org/tr/kitap/muhammed-mustafa-1ENGLISH: https://www.ahmedhulusi.org/en/book/muhammad-saw-1

  24. Bugüne kadar Türkçe olarak yayınlanmış kitaplarımız. Her birini web sitemizden ahmedhulusi.org okuyabilir ve bedelsiz indirebilirsiniz. “KUR’ÂN ÇÖZÜMÜ” Türkiye’de 1 milyon 850 bin adet sponsorlar tarafından basılmış ve bedelsiz dağıtılmıştır. Server kayıtlarımıza göre 2 milyonu aşkın bilgisayara indirilmiştir. Diğer bazı kitaplarımız da 100 binlerce ücretsiz dağıtılmıştır. “Kur’ân çözümü”nün üç ayrı versiyonu vardır: A. Bilinen klasik sıralama B. Sûrelerin geliş sırasına göre sıralanmış hâli C. Âyetlerin bildiriliş sürecine göre tasnif edilmiş hâli. BU ŞEKİLDEKİ SIRALANMIŞ ŞEKLİ DÜNYADA TEKTİR. NOT: Hiçbir yayınımızdan telif alınmamıştır. Bağış alınmamıştır. (18/12/2023)

29 / 29

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!