Kilitlenmişlik

Sorun bu işte!

Kilitlenmiş olmak!

Kendi kendini kilitlemek!

“Anlayamıyorum... Okuyorum okuyorum bir türlü yerli yerine oturmuyor!.. Tam anladım derken bir bakıyorum hiçbir şey anlamamışım!”

Çok duyduğum bir itiraf...

Niye böyle oluyor?

Çünkü, geçmişte bir zaman, kendi beynini kendi elleriyle kilitlemiş!..

Farkında değil geçmiş bir zaman içinde nasıl bir komutla kendi beyninin kilitlediğinin!

Kesinlikle bilin ki, başkasına zannıyla ne yapıyorsak, gerçekte kendi kendimize yapıyoruz; ve kendi yaptıklarımızın da sonuçlarını yaşıyoruz!

Herkes elleriyle yaptıklarının sonuçlarını yaşar!

“Herkes elleriyle yaptıklarının sonuçlarını yaşar!” uyarısı da işte buna işaret ediyor!

Geçmişte bir zaman içinde... Belki gençlikte veya yeni yetmelikte, bir hüküm veriyorsunuz: “Bu konu şöyledir” ya da “bu, bu kadardır” diye...

Böylece, beyin o konuda kendi kendini kilitliyor! Bundan sonra, o hükme ters gelen ne kadar yeni gelişme olursa olsun, beyniniz onları görmüyor ve değerlendirmeye almıyor!

Bir kitap, bir kişi, ya da bir konu... Dinî veya toplumsal; fark etmiyor!

Beyin yalnızca bu “Sünnetullâh” üzere çalışmasına devam ediyor!

Bu sebeptendir ki, kim, ne zaman neyi reddetmiş veya inkâr etmişse, artık geri dönüşü olmuyor kolay kolay!

Hiç mi?

Hayır!

Tövbe kapısı açık!..

Eğer, yaptığının yanlış olduğunu kesin bir şekilde fark etmişsen; bunun düzelmesi için çok kuvvetli olarak o konuyu tekrar ele almışsan; yapacağın çalışmalar ile yeniden o alanı araştırma ve sorgulamaya sokup kilitlenmeyi çözme imkânına sahipsin! Ama bu da elbette, o konudaki hükmünün kesinlikle yanlış olduğunu kavramana bağlı.

Aksi takdirde, beyin, geçmişte aldığı o komutun gereğini ölene kadar koruyor; sen de gözünün ya da basîretinin önündeki o gerçeği algılayamadan bu dünyadan çekip gidiyorsun!

Her an her yeniye mutlak olarak açık olmak, işin başlangıcı...

Sorgulayıcı olmak; araştırmacı olmak; asla mevcut veritabanınla kendini kayıtlamamak ve sınırlamamak!

“Dün bu konuda böyle denmiş ama başka türlü de olabilir mi acaba” diyerek; yeni karşılaştığın her olayı veya fikri yeniden değerlendirmeye tutmak, kişinin beyin kilitlenmelerine karşı emniyet supabıdır!

Toplumların çok büyük bir kısmı, daha genç yaşlarda kilitlenmiş beyinlerle yaşamlarını sürdürdükleri için, yaşamdaki sürekli yeni açılımları fark edemiyorlar!

Toplumsal şartlandırmalar, beyin kilitlenmelerinin en büyük oluşturucusu!

Daha çok küçük yaşlarda başlayarak, beyinler pek çok konuda kilitlenmeye başlıyor!

Bir vesile ile bir şeyin orada olmayacağı yolunda bir fikir oluşmuşsa sizde; artık o şey orada gözünüzün önünde olsa bile onu göremezsiniz! Sanki kör olmuşunuzdur!

İşte bu bireysel beyinlerde oluşan blokaj körlüğü, bazen toplumsal körlük şeklinde de açığa çıkar, o konudaki şartlanmanın tüm toplumu kilitlemesiyle.

Görünmezlerin, bilinmezlerin önündeki perde, çoğu zaman bizdeki bu kilitlenmelerin oluşturduğu blokajlardır! Bazen de, bizdeki bu kilitlenmeleri bilenlerin, o perdeleri kullanmalarıdır.

“Velîlerin, ALLÂH’ın örtüsü altında gizli olmalarında” da bu sistem geçerlidir. Biz, “velîlik ve velîler” hakkındaki zanlarımız dolayısıyla kilitlenmiş olduğumuz için, onları görsek de tanıyamayız! Çünkü beynimiz zannımızla kilitlenmiştir o konuda!

İlle de, kafamızdaki zannımıza, kabulümüze göre açığa çıkacaktır ki o konu veya kişi, biz onu görebilelim!

Andolsun ki cin ve insten çoğunu cehennem yaşamı için yaratıp, çoğalttık! Ki onların kalpleri (şuurları) var, (hakikati) kavrayamazlar; gözleri var bunların, onlarla baktıklarını değerlendiremezler; kulakları var, onlarla duyduklarını kavrayamazlar!.. İşte bunlar en’am (evcil hayvanlar) gibidirler; belki daha da şaşkın! Onlar gâfillerin (gılaf içinde - kozalarında yaşayanların) ta kendileridir! (7.A’Raf: 179)

Allâh, onların, beyinlerindeki hakikat algılamasını kilitlemiştir; basîretleri perdelidir. Yaptıklarının sonucu olarak feci bir azabı hak etmişlerdir. (2.Bakara: 7)

Burada, “Allâh’ın mühürlemesi” ifadesinden murat, “Sünnetullâh” sonucu, beyin çalışma sistemi gereği, kişide oluşan kilitlenme, “körlük-blokaj”dır!

Zira kişi, verdiği yanlış hükümle beynini kilitler ve artık o gerçekle yüz yüze gelse de onu değerlendiremez!

KÜFÜR, gerçeği örtmek, görememek, inkâr etmektir! Ki bu da, beyindeki kilitlenmenin sonucudur! “Kâfir” diye tanımlananlar; beyinleri önceden verdikleri hükümle kilitlenmiş olduğu için, “ALLÂH”, “Rasûlullâh” ve “Kur’ân” gerçeğini değerlendiremeyip, onu ÖRTENLERDİR!

Bizi “OKU”mamış biri, elbette burada bahsedilen “hatem-mühürlenme” olayının yukarıdaki bir tanrı tarafından gerçekleştirildiğini düşünebilir…

Oysa bizi “OKU”yabilenler, şimdi fark edeceklerdir ki, her birimin özünde bulunup, varlığını oluşturan “ALLÂH” isimlerinin işaret ettiği özellikler, kişide otomatik olarak bu işleyişi meydana getirmekte; bu durum da, “Allâh’ın tasarrufu” olarak tanımlanmaktadır Kur’ân-ı Kerîm’de!

Şimdi bakın burada elimize önemli bir anahtar daha almış oluyoruz Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak için...

Sorgulayıcı olmak; araştırmacı olmak; asla mevcut veritabanınla kendini kayıtlamamak ve sınırlamamak!

Kişinin eline aldığını veya karşısındakini “OKU”yabilmesi için ilk şart, geçmiş tüm veri birikimini bir yana koyarak, onlara dayalı değerlendirmelerini devreye sokmayarak, tamamen objektif, yorumsuz olmasıdır.

İkinci iş, elindeki metinde veya karşısında anlatanda, işaret yollu, misal veya mecaz yollu dillendirmelere dikkat etmesi şarttır!

Üçüncü önemli şart... Kesinlikle, “ben bunu zaten biliyorum, duymuştum-okumuştum” önyargısından uzak durup, asla peşin hükümlü olarak konu hakkında hüküm vermemektir!

Ola ki, o anda sizde o konuda yeterli açıklık oluşmadı... Bu defa o konuyu sakın inkâr veya reddetmeyin... Hüküm vermeden, değerlendirme işini zamana bırakın... Zira, ya o konuda yeterli veritabanınız olmadığı için o konuyu anlayamamışsınızdır; ya da daha önceden o konuda vermiş olduğunuz bir hükümle beyninizi kilitlemişsinizdir! Bu durumda yapılacak en iyi iş, kendinizi o konuya sürekli açık tutmak olacaktır.

Bilelim ki, verdiğimiz hükümlerin neredeyse pek çoğu, bizim, sonsuz evrensel gerçeklik içinde sayısız sırdan mahrum kalmamıza yol açan, en önemli faktör olmaktadır.

Düşünce dünyamızı oluşturan kozamız, çoğu zaman evrensel araç olarak bizi sonsuz yeniliklere taşımak yerine; düşünsel hücremiz şeklinde hapishanemiz olmaktadır!

Düşünün, evrende ve Dünya’da, her şey, her an yenilenmektedir!

“…HÛ her AN yeni iştedir!” (55.Rahmân: 29)

Âyetiyle, bize, sürekli bir evrensel yenilenme uyarısı yapılmaktadır!

Biz ise, hâlâ, toplumu çağlar öncesi anlayışa ve yaşam tarzına döndürecek(!) “Müceddid-Yenileyici” beklentisi içindeyiz! Elinde kılıç, at üstünde ordusuyla ortaya çıkacak bir “Müceddid-Yenileyici”!!!

Muhtemelen benim ömrüm yetmeyebilir; veya türlü sebeple ben kendisine ulaşamayabilirim böyle bir “Müceddid-Yenileyici”ye ama...

Siz siz olun, şundan gâfil olmayın...

O gelecek Zât, halk dilindeki deyişle “MEHDİ RASÛL”, asla, sanıldığı gibi, toplumu ve Din anlayışını eskiye, asırlar öncesi anlayışa döndürecek bir “eskiye döndürücü”, ya da yüzyıllar veya yıllar önceki anlayışı tekrarlayacak bir “TEKRARLAYICI” değil; Celâleddin Rûmî’nin dediği gibi, “bugün artık yeni şeyler söyleyecek” bir “YENİLEYİCİ” olacaktır!

Kilitlenmiş beyinler, ya da benim gibi ömrünün son günlerini yaşayanlar, muhtemelen, O mübarek Zâtı göremese de; en azından fark edip, biliyoruz ki, O bir “YENİLEYİCİ”dir! Din Anlayışımızı “YENİLEMEK-TECDİD” işleviyle Dünya’ya gelmiştir; kanaatimce! Buna açık olanlara ne mutlu!

Dünün tekrarlarını tekrarlayacak “TEKRARLAYICI” beklemekte olup da, kafalarındaki bu “tekrarlayıcı”ya “müceddid-yenileyici” adını etiketlemiş olanlar, bu gerçeği kabullenemeseler de; maalesef olay budur!

Ömrü olan görecek ve bizi rahmetle anacaktır!

Siz siz olun, beyninizdeki kilitlerinizden kurtulmaya bakın; “Sünnetullâh” denilen evrensel gerçekleri görmekten mahrum kalmamak için!

 AHMED HULÛSİ

19 Ağustos 2005

Raleigh – NC, USA

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!