Ne namazı; zikir bile yaptırmazdı kullarına!..

Yalnızca kendisi!

Kulları olmadan kendisinin bir şey ifade etmeyeceğini bildiğinden, yalnız kalmayı ve yaşamayı hiç sevmez ve katlanamazdı!

Kendisine tapınanlara bildiklerinin bazılarını aktarır ve onların da kendisinin olmadığı yerlerde tanrılık taslayarak tatmin olmalarına müsaade ederdi...

Yanındaki bazı kulları bilgisayar olmuşlardı âdeta!

İlim, kuru bilgide kalmış; yaşam para kazanıp, bilgiyle çevreye üstünlük taslama yarışına dönmüştü!

Yalan mübahtı!.. Dedikodu mübahtı!.. Gıybet mübahtı!.. Haram diye bir şey kalmamıştı artık!.. Herkes yanlızca diğerlerinden bir şeyler almak ve nasıl olursa olsun işini kotarmak için yaşar olmuştu!..

İlim ayağa düşmüş; maddi veya manevî çıkar sağlama sermayesi olmuştu!

Musa (aleyhisselâm) gerçekleri açıklayıp, insanları uyarınca, onların üzerine saldırmaya başladılar...

Musa, ilmin gereğini yaşayanlarıyla Mülhime denizinde geçip giderken; Firavun da kendi kullarıyla Mülhime denizinde yürüyemeye kalktı!

Musa geçti!.. İnananları da...

Firavuna tâbi olanlar ise Mülhime denizinde, -pardon Kızıl Deniz’de- boğulup helâk oldular!

Ne senin yapmadıklarının hesabı bana sorulacak... Ne de, benim yediğim elmanın vebali sana!.. Senin yaptıkların beni ilgilendirmez; benim yaptıklarım da seni hiç ilgilendirmez!..

Sen yoluna... Ben yoluma... Herkes kendi yoluna!

Sana gerekli olan bilgileri yeteri kadarıyla ulaştırdım bugüne kadar! Yararlı buluyorsan, önce onları uygula, başkalarıyla uğraşmayı bırakıp bir yana!..

Sen bu Dünya’da, varsa öyle bir arzun, Allâh’a ermek için varsın! Başkalarının dedikodusuyla, gıybetiyle zamanını boşa harcaman, sana hüsrandan başka bir şey getirmeyecektir!

Zikrin Dünya’daki en önemli ve değerli şey olduğunu açıklamak için “DUA ve ZİKİR” kitabını yazdım, ilmim kadarıyla... Hâlâ zikrin önemini ve değerini anlamıyorsan, sana söylenecek hiçbir şey yok!

Zikir yapan her kişinin beyninde oluşan hassasiyet dolayısıyla, cinlerle farkında olarak veya olmayarak iletişim kurulabileceğini; cinlerin insanları mülhime idrakı için FİRAVUNLAŞTIRACAĞINI belirterek KORUNMA dualarına mutlaka devam edilmesi zorunluluğunu yazdım...  Ama senin ilmin daha fazla, ve benim bilmediklerimi biliyorsan; elbette ki bunlara ihtiyacın olmayabilir...

Bir anlayışı kıt diyor ki:

− Ben sana inandım, güvendim; korunma duasına ihtiyacım yok!..

Anlayamıyor ki, aldığın ilaç senin virüsüne şifa olur; ilaç almaksızın doktora güvenmen değil!

Sahabe, Allâh Rasûlü’ne güvenmiyor muydu ki, onun öğrettiği dua ve âyetlere devam ediyorlardı?..

Anlayışı sınırlılar...

Anlayışı kıtlar...

Nasipsizler...

“Salât”ı ikame edemeseler dahi, “namaz”ın kılınmasının beyinde oluşturacağı nûraniyetin-enerjinin bilincinde olamazlar; ve onu terk ederler!.. Getirisinden ebeden mahrum kalırlar!

Tefekkürî zikrin ne olduğunu idrak edemeseler dahi, Esmâ zikrinin beynin gelişmesindeki rolünü kavrayamayan basîretsizler, üniversite okumayacağım ki aritmetiği niye öğreneyim anlayışıyla zikri terk ederler!

İLİM MEKRİNE UĞRAMIŞLAR, tasavvuf bilgisayarı hâline gelmenin kendilerini nasıl Firavunlaştırdığının farkına varamazlar “korunma” dualarına devam etmedikleri için!..

Turistik umre seyahatleriyle gösteriş, eğlence veya vicdan tatmini arayanlar hüsrana uğradıklarını anladıkları zaman hem kendileri hem de kulları için iş işten geçmiş olacaktır!

53 / 60

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!