Acı Gelen Gerçek

Bugün, bize çok acı da gelecek olsa, iki gerçek üzerinde durmak istiyorum...

Ben yaşarken de olsa, ölümümden sonra da olsa, bunlar benim kesin olarak doğru bildiklerimdir.

1986 senesinde “İNSAN VE SIRLARI” kitabımda yazdığım, bugün bazı detaylarına girdiğim bu gerçekler, sistemin evrensel gerçekleridir.

Lütfen bunları iyi bilin ve arzu ederseniz yaşamınızın en değerli kıstasları olarak değerlendirin.

Yaşamının önde gelen değerleri para ve cinsellik olan kişilerin, “HOBİ” kabilinden tasavvufla da ilgilenerek vicdanlarını güya rahatlatma yolunu seçmeleri, hiçbir zaman onları aradıkları hedefe ulaştırmayacaktır!.. Sadece kendilerini; ve belki de bilgi birikimleri dolayısıyla çevrelerindekini aldatacaklar; ve bunun vebalini omuzlayacaklardır.

Dostlarım...

Mevlâna Celâleddin hikâye eder...

Bir gün Musa (aleyhisselâm) yolda giderken, ilerde bir koyun sürüsü ve ağacın altına uzanmış bir çoban görür... Yaklaşır ağacın altına doğru... Bakar çoban konuşuyor kendi kendine... Kulak verir...

− Ey ULU TANRIM!.. Sen ne güzelsin!.. Ne olur şimdi buraya gelseydin de, seni kucağıma yatırıp BİTLERİNİ AYIKLASAYDIM!.. Tırnaklarını kesseydim... Saçlarını okşayıp sana koyunlarımın sütünden içirseydim... Aklayıp, paklayıp tertemiz etseydim...

Sen ne güzelsin, ne iyisin, ne âdilsin!.. Sen olmasaydın nasıl bu dünya ayakta dururdu! Sen bizi seyrediyorsun... Yaptıklarımızı görüyorsun! Yarın senin huzuruna geleceğiz... Ne olur bizim kusurlarımızı görmezden gel; yaptıklarımızı bağışla!

TANRIM... Ne olur yanlış yaparsam beni cehennemine atma! Beni cennetine sok! Ben seni çok seviyorum ama bir türlü göremiyorum... Ne zaman seni göreceğim acaba?..

Tanrım, bütün arzum senin yanına gelip seninle olmak! Sana yaranmak için her istediğini yapmaya hazırım... Bazı emirlerini tutamıyorsam, beni bağışla ne olursun!..

Firavun’a tanrılık davasındaki yanlışından vazgeçmesi için uğraş veren Musa (aleyhisselâm)’ın başı çobanlarla da derde girmekten kurtulmamış sizin anlayacağınız...

Ne mi olmuş o çobana?..

O şimdi...

Şeyh efendi, tekkede!..

Hoca efendi, camide!..

Sayın Hocam, üniversitede!..

Musa (aleyhisselâm)’dan söz açılmışken devam edelim...

Firavun, eski kaynaklardan gelen gerçek bilgilere dayanarak TANRI’nın var olmadığını idrak etmiş olan kendinden öncekiler gibi; sadece kendisinin tanrısal gücüne inanıyordu... “Allâh” ismiyle işaret edilenin ne olduğunu idrak edememenin yetersizliği dolayısıyla...

“MÜLHİME” bilinci içindeydi FİRAVUN!

Kendisini “Hak” görüyordu, karşısındakileri ise “yok”!

Çevresindekiler onun kullarıydı!.. Elpençe divan dururlardı önünde hep!

Kullarının hiçbir değeri yoktu onun indînde!

Onlara hakaret eder; küfreder; her bahaneyle aşağılardı!

Kullara yalan söylemesi, mübahtı onun!..

Kullarının dedikodusunu yapıp diğerlerine onları çekiştirmesi, mübahtı!..

Kendisine pâye verenlere, saygı gösterenlere mertebeler dağıtır; en ufak saygısızlık gösterenleri sapıtmışlıkla itham edip, aşağıların aşağısına sokardı...

O dilediğini yapardı...

Çünkü Firavundu o!

Yalnızca kendisi en büyüktü...

Tüm bilgisini borçlu olduğu efsanevî mısır kitaplığı bile onun için bir değer ifade etmezdi artık ona!..

En büyük kendisi idi!..

Kullarının tek ibadeti, kendisine tapınmaları ve saygı göstermeleri olmalıydı...

52 / 60

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!