Sonra, ancak bir insanın güç belâ kanabileceği kadar sütten içmeye başladılar... Bir yandan da bu olanlara şaşmaya başlamışlardı... Nihayet her biri süte de kandılar... Buna rağmen süt de olduğu gibi kap içinde geriye kaldı... 

Artık yemek içmek bitmiş Efendimiz AleyhisSelâm davet sebebini anlatacaktı ki, Ebu Leheb konuşmaya başladı: 

Biz ömrü hayatımızda bu günkü kadar büyük bir sihir görmedik! Kardeşim oğlu bizi büyük bir sihirle sihirledi... 

Sonra da Efendimiz AleyhisSelâm’a hitaben sözlerine şöyle devam etti: 

Bunlar senin halaların, amcaların ve amcaoğullarındır... Sen onlara her zaman istemediklerini tavsiye ettin... Kendilerini ibadete davet ettin... Sen bu sapıklığı bırak! İyi bil ki senin için kavmin, bütün Arap kabilelerine karşı koymayı göze alacak durumda değildir... Bütün Kureyş oymakları ile Araplar üzerine saldırmadan, akrabalarının sana yapacağı en büyük iyilik, seni hapsetmeleridir... Ben senin gibi akrabalarına şerr getiren bir kişi daha ne gördüm, ne de işittim! 

Bundan sonra da yerinden kalktı ve gider ayak oradakilere hitap etti: 

Haydi kalkın gidelim... Gördüğümüz sihir yeter! Ve böylece oradakiler dağıldılar... 

Bu kötü davranış Efendimiz AleyhisSelâm’ı son derece üzmüştü... Günlerce bu üzüntü içinde Allâhû Teâlâ’dan haber bekledi... Nihayet Cebrâil AleyhisSelâm tekrar geldi ve Efendimiz’e almış olduğu emirleri yerine getirmesini, çıkacak güçlüklerden korkmamasını, Allâh’ın kendisine yardımcı olacağını ifade eti... 

Bunun üzerine Efendimiz AleyhisSelâm Hazreti Âli’yi çağırdı ve şöyle buyurdu: 

− Yâ Âli, Ebu Leheb gördüğün gibi yapmak istediğimiz şeyin önüne geçti ve ben konuşamadan dağılıp gittiler... Sen, geçen defa olduğu gibi, yemek hazırlat ve onları gene davet et... 

Gene aynı şekilde yemek yenilip içildi... Bu defa onların dağılmalarına, yahut birinin gene oyun bozanlık yapmasına fırsat vermeden Efendimiz AleyhisSelâm bir konuşma yaptı: 

− Elhamdulillâh... Hamd Allâh’a aittir ve ben de yardımı ondan isterim... O’na inanır, Ona güvenirim! Şüphesiz bilir ve dile getiririm ki, sadece Allâh vardır;tapılacak tanrılar yoktur! O, Ahad’dır ve eşi ortağı da yoktur... 

Her hâlde otlak aramaya gönderilen bir kimse dönüşte ailesine yalan söylemez... Vallâhi ben, bütün insanlara dahi yalan söylemiş olsam, gene de size karşı yalan söylemem... Bütün insanları aldatmış olsam, gene de sizi aldatmam... Sizi ibadete davet ettiğim Allâh öyle bir Allâh’tır ki, Ondan başka kulluk edilecek yoktur! 

Ben de, O Allâh’ın hasseten size, umumi olarak da bütün insanlara gönderdiği Rasûlüm... Vallâhi, siz, uykuya daldığınız gibi, bir gün de öleceksiniz... Uykudan uyandığınız gibi de, bir gün dirilecek ve bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz... 

İyiliklerinizin karşılığında iyilik; kötülüklerinizin karşılığında da ceza göreceksiniz... Bunlar da, ya temelli cennette, ya da temelli cehennemde kalmaktır... 

İnsanlardan âhiret azabı ile uyardığım ilk topluluk sizlersiniz! 

Bundan sonra Efendimiz’in bu sözlerine amcası Ebu Talib cevap verdi: 

Ey kardeşim oğlu, bizim katımızda, sana yardımcı olmak kadar sevimli bir şey yoktur... Öğütlerini benimseyip kabullendik... Sözlerini de tasdik ediyoruz... Bu toplananlar senin cedlerin oğullarıdır... Tabii ki ben de onlardan birisiyim... Senin istediğin şeye onlardan koşacak olanların – andolsun ki- en çabuğu da benden başkası değildir...

Sen emrolunduğun şeye devam et! Andolsun ki, etrafını kuşatıp, seni korumaktan bir an geri durmayacağım... Nefsimi Abdulmuttalib’in dininden ayrılmak hususunda, bana boyun eğer bulamadım... Artık ben, onun öldüğü din üzerine öleceğim! 

Böylece Ebu Talib yaptığı konuşmada, Efendimiz’e elinden gelen yardımı göstereceğini, ancak O’nun dinine de girmeyeceğini açıklamış bulunuyordu... 

Bunun üzerine Ebu Leheb konuşmaya müdahale etti: 

Ey Abdulmuttalib oğulları! Bu andolsun ki bir kötülüktür... Başkaları O’nun elinden tutup, bundan alıkoymadan evvel, siz, O’nun ellerinden tutup, yaptığı işten geri bıraktırın! Eğer siz bugün O’na boyun eğecek olursanız, zillete düçar ulup, hakarete uğrarsınız! O’nu korumaya kalkışacak olursanız, öldürülürsünüz! 

Efendimiz AleyhisSelâm’ın halası Hazreti Safiyye dayanamadı ve kalkarak Ebu Leheb’e şöyle cevap verdi: 

Ey kardeşim! Kardeşimin oğlunu ve O’nun dinini yardımsız bırakmak, hor, hakir koymak sana yakışır mı? Vallâhi bugün yaşamakta olan ulema, Abdulmuttalib’in soyundan bir Rasûl geleceğini haber veriyorlar... İşte o Rasûl, kardeşim oğlu Muhammed’dir... Siz buna ister inanın felâha, ister inanmayın azaba düçar olun! 

Ebu Leheb lafın altında kalmak istemedi: 

Bu andolsun ki boş bir hevestir! Zaten kadınların sözleri erkeklere ayakbağı, köstek olmaktan başka bir işe yaramaz! Kureyş aileleri ve onlarla birlikte bütün araplar ayaklandıkları zaman, onlara karşı koyacak bizim hiçbir kuvvetimiz yoktur... Andolsun ki biz onların ağzına bir lokmayız! 

Ebu Leheb’in bu sözleri Ebu Talib’i çok kızdırmıştı... Hemen atıldı ve ona cevap verdi: 

Ey korkak! Andolsun ki, biz sağ olduğumuz sürece O’na yardımcı ve koruyucu olacağız... Ey kardeşim oğlu, halkı Rabbine davet etmek istediğin zaman bize bildir ki, bizde silahlanıp, seninle birlikte ortaya çıkalım... 

Bunun üzerine Efendimiz oradakilere teklifini tekrar etti: 

− Ey Abdulmuttalib oğulları! Vallâhi, Araplar içerisinde benim size getirdiğim dünya ve âhiretiniz için hayırlı olan şeyden daha üstün ve hayırlısını, kavmine getirmiş bir yiğit tanımıyorum ve bilmiyorum... Ben sizi, dile kolay gelen, mizanda ağır basan iki cümleye davet ediyorum ki, o da: 

LÂ İLÂHE İLLÂLLÂH, MUHAMMEDEN RASÛLULLÂH’dır... 

Yüce Allâh, beni, sizi buna davet etmeye memur etti... Hatta bu hususta, şimdiye kadar görmediğiniz işaretlerden, mucizelerden bazılarını da gördünüz... 

O hâlde hanginiz bu yolda bana icabet ederek, vezirim ve yardımcım olur? 

Bu sual karşısında kimse kendisine cevap vermeksizin susakalmıştı. Oradakilerin en ufağı Hazreti Âli idi. Hemen ayağa kalktı: 

Ben, yâ Rasûlullâh! dedi... Efendimiz AleyhisSelâm onu yerine oturttu... Sonra sözlerini tekrarladı: 

Hanginiz bu yolda kelime-i şehâdet getirip bana icabet ederek benim vezirim ve yardımcım olur..?

Gene hiç cevap yoktu... Hazreti Âli tekrar ayağa kalktı: 

Ben, yâ Rasûlullâh... Efendimiz AleyhisSelâm tekrar onu yerine oturttu... 

− Kim, sadece Allâh vardır tanrı yoktur; der ve benim Allâh’ın Rasûlü olduğuma şehâdet eder ve bana yardımcı olur?.. 

Gene kimse cevap vermedi ve Hazreti Âli ayağa kalkıp: 

− Yâ Rasûlullâh, sana ben yardımcı olacağım, ben! Gerçi bunların yaşça en ufağı benim, gözlerim çapaklı, bacakları en ince olanıyım; ancak, buna rağmen ben, senin bu işte yardımcın ve vezirin olabilirim... 

Efendimiz AleyhisSelâm bu durum karşısında Hazreti Âli’nin elinden tuttu ve bir daha orada toplananlara baktı: Bu çocuk kadar olamıyorsunuz!..” dercesine... 

Bu bakış oradakileri bihoş etmişti... 

Sessiz sedasız dağılmaya başladılar... Bu toplantı da bir netice vermemişti... 

39 / 58

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!