İslâm’ın şartları olarak bildirilen araçlar; “İman esasları olarak bildirilen hedefleri kavrama ve gereğini yaşayarak ölüm ötesi yaşama hazırlanma amaçları içindir!

Ancak ne var ki, toplumlar, hedef saptırılması yüzünden, araçları amaç edinmişler; amaçları gözden kaybetmişler; araçlarla beyinlerini ve kavrayışlarını bloke edip ötesine geçememişlerdir!

Hemen burada aklımıza Yunus Emre’nin dizeleri geldi:

Hakikat bir denizdir, şeriat onda gemi;

Çokları gemiden denize dalmadılar!..”

Yani, araçta takılıp kaldılar, amaca ulaşmadılar!

Oysa önemi nedeniyle tekrar ediyorum…

Her araç, bir amaç içindir!

İslâm’ın şartları kapsamında yapılması teklif edilmiş olan fiiller, çalışmalar; insanı belli amaçlara ulaştırmak için getirilmiş araçlardır!

İşte bu yüzdendir ki, düşünebilen varlıklar olarak bizlerin, araçlara başvururken, diğer yandan da amaçları çok iyi kavramamız zorunludur!

Şimdi denebilir ki, “Biz bunları “ALLÂH”ın emrine uymak için yapıyoruz; amaç budur! Gerisine gerek yoktur!”

Eğer olay bu kadar basit olsaydı, Kur’ân beş-on buyruk âyetinden ibaret olur; insanların akıl ve mantığına, kavrayışına hitap etmez;

Hâlâ tefekkür etmeyecek misiniz?”…

Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”…

Hâlâ basîretle bakmayacak mısınız?”… gibisinden uyarılara gerek duymaz; 6300 küsur âyete de gerek kalmazdı!

Bu sebepledir ki, biz bir yandan araç olan “ibadet” şekillerini hakkıyla değerlendirerek yol alacağız; öte yandan da hedefi iyi kavrayarak, elimizdeki araçla, amaca ulaşacağız!

İşte bir araç olan, biçimsel “namaz”ı da bu anlamda, amacına uygun olarak değerlendirmek zorundayız!

Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) Efendimiz bir açıklamasında:

“NAMAZ, DİNİN DİREĞİDİR!” buyuruyor.

Dinin direği ne demektir?..

O zamanlarda, insanların çok az bir kısmı kerpiçten yapılan evde yaşarken, büyük bir kısmı çadırda yaşıyordu... Çadırın meşhur orta direği vardır. O çadırı ayakta tutan ana direk gibi; dinin direği de namazdır!

Kişi, “mi’râc olan namaz” gerçekleşmediği sürece, bir önceki basamakta yapmış olduğu “Kelime-i Tevhid”i tasdikinin gereğini hissedip, yaşayamaz... Bilgide kalır!

İlm-el yakîn, “Kelime-i Şehâdet”in sırrının kavranmasıdır!

Bunun Ayn-el yakîni; “namaz”ın mi’râc oluşudur!

Hakk-el yakîni; “oruç”tur.

Buraya kadarı Fenâfillâh’tır…

BakâBillâh ise “zekât”tır!

Bunlar bugüne kadar pek bahsedilmemiş şeyler olduğundan, belki de nasıl oluyor diyerek yadırgayacaksınız, şaşıracaksınız; hatta belki de reddedeceksiniz…

Ama sakın ola ki bu açıkladıklarımı inkâr ederek nefsinize zulmetmeyin!

“İlm-el yakîn”de; kişi ilmî idrak ile “Allâh”ın tekliğini, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın Allâh Rasûlü ve Allâh kulu oluşunu idrak ederek şehâdet eder.

9 / 57

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!