Bu süreç, “Seyri enfüsî” ve “Seyri âfakî”yi de içine alan süreçtir. Kimi yollarda önce birincisi, kimi yollarda önce ikincisi yaşatılır kişiye.[1]

Eğer kişinin istidadı ve kabiliyeti müsait ise, bu zorlu süreç ertesinde, artık “ben” dediği varlığın gerçekte hiçbir zaman “var” olmamış (vücud sahibi olmamış) olduğunu fark ederek, varlığında açığa çıkanın, gerçekte yalnızca eskiden “O” dediğinin olduğunu hissedip yaşamaya başlar…

Bu durum, o sırada aldığı ilhamlar sonucu meydana gelen bir hissediş ve yaşam şekli olduğu için de, bu anlayış mertebesine “Nefs-i mülhime” yani “ilhamlarla kendini, hakikatini fark eden bilinç” denir.[2]

İşte önceki yazımda söz ettiğim çeşitli “şatâhat” denilen ve hakikatini dillendiren cümleler sarf edenler, bu bilinç düzeyinin sonuçlarını yaşayanlardır.

Bu yaşam “Mi’râc” ile tamamlanır. Ve sonucu “El Veliyy” isminin anlamının kişinin yaşamını düzenlemesidir.

Bazıları, velâyetin ilk basamağında yaşanan “Mi’râc” olayını, işin sonu sanır; oysa daha işin kapısıdır o yaşantı. O kapıdan geçildikten sonra işin hakikati yaşanmaya başlanır Rasûller haricindekiler için.

Bundan sonra zan, beşerî hayal ve tasavvur biter; kozadan çıkılır ve varoluş gerçekleri yaşamına adım atılmış olunur.

Rasûl, irsâl olur; bilgi, inzâl (inzâli) olur!.. Rasûller gayzer gibidir; velîler ise artezyen gibi![3]

Artık bu mertebede kişide açığa çıkan yaşantı, mutlak istikrarlı bir seyir hâlidir ki, o, Hakk’ın nûru ile algılar (Es Semi’) her şeyi… O yüzden de bu bilinç “mutmain” olmuş, dolayısıyla her an “RIZA” mertebesiyle yaşamakta olandır…

Burada söz edilen “rıza” da elbette ki genelde anlaşılan, hoş olmayan şeylere dahi rıza göstermek anlamında değildir. Bu yaşayanların bileceği bir hâldir.

Ana konumuz olan “EKBER”iyet sırrı ise, bunların çok ötesindedir. “Ekber”iyet sırrının kişide açılımının sonucu, daimî haşyettir.

Bunun taklidi sayılacak “ilm-el yakîn”i, “Mülhime” bilinç kavrayışının sonunda olur; tahkiki ise “Mardiye” bilinç yaşantısıdır!

“El Veliyy” isminin işaret ettiği anlamlardan bir anlamın kişinin fıtratına göre açığa çıkışından sonra, korkulacak veya hüzün duyulacak hiçbir şey kalmaz o yaşam algılaması içinde… Ama “Haşyet” kapısı ebediyen açıktır!

Kul, ebeden kuldur; kesinlikle kul, “Allâh” olmaz; hangi mertebede olursa olsun; bunun aksi bir anlayış, tümden cehalettir!.. Esasen, mertebeler de... Neyse ileriye gitmeyelim!

Burada fark edilmesi gereken önemli bir incelik de şudur…

“Huşû”nun nedeni, “Rubûbiyet” gerçeği değil; “Ekber”iyet nûrlarının kişiye açılmaya başlamasıdır.

Bu durum da kişiyi “Kahhâr”iyet gerçeği ile yüzleştirir! Sonuç, “Ahadiyet” sıfatının bilinçte açığa çıkışıdır. Bu mertebenin zâhiri (dışa dönük yönü) “Mardiye” bilinci; bâtını (içe dönük yönü-hissedişi) ise “Sâfiye” hâlidir, yaşantısı “Âmâ”iyettir!

Tüm bu olaylar, hep Esmâ mertebesinin tecellileridir ki, “Zâtî” denen “sıfatlar” dahi, gene bu “Esmâ mertebesi tecellileri” şeklinde açığa çıkar.

Bizim öğrendiklerimize göre olay böyledir.

İşte önceki yazımda sözünü ettiğim “şatâhat” sahibi zevât dahi, “Nefs-i mülhime” mertebesinde hissettiklerinden sonra ileriye geçip, “velâyet” sırrı yaşamlarında zâhir olmuştur. Elbette görebilene…

Sırası gelmişken ekleme yapayım konuya…



[1] Bu konularda geniş bilgi, KENDİNİ TANI ve BİLİNCİN ARINIŞI isimli kitaplarımda vardır.

[2] Mülhime nefs anlayışı ile ilgili sohbetimi dinlemenizi öneririm.

[3] AKIL VE İMAN isimli kitabım okunabilir detaylı bilgi için.

47 / 109

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!