Sayfayı Yazdır

Beynindeki Hologram Dünyan

İster inan ister inanma... İster kavra ister kavrama! İşte mutlak bilimsel gerçek!

Hayal dünyanda yaşıyorsun!

Görüyorum dediğin; algıladığın her şey, beyninin içinde oluşan bir (3D değil) çoklu D holografik dünyan!

Beyne gelen beş duyuya dayalı veya beş duyu ötesi tüm elektromanyetik dalgalar, bu organ tarafından veritabanına göre değerlendirilerek, beyninin içindeki holografik çok boyutlu görüntü hâlinde dünyanı (kozanı-cocoon) oluşturuyor! Yani dış dünyada değil, beyninin içinde oluşan hayal dünyanda yaşıyorsun, kim olursan ol!

Algıladığın ve hüküm verdiğin her şey, algıladığının sûreti kadarının yani bir enstantanesinin, dünyanda oluşan simgesi!

Herkes kendi dünyasında yaşamakta ve yaşayacak sonsuza dek! Dünyan ne kadar gerçek geliyorsa sana, cennetin veya cehennemin de o kadar gerçek olarak sonsuza dek yaşanacaktır!

Hayal dünyanda yaşıyorsun!

Herkesin, dünyasındaki her şeyi; veritabanını oluşturan değerlerine göre yerleştirdiği şeyler... Sevindiren, mutluluk veren ya da üzen yakan her şey, veritabanını oluşturan değerlerin yüzünden meydana gelmekte!

Şimdi yenilenme zamanı işte!..

Kuantum Potansiyelin; Kozmik elektromanyetik açılımın; ve de beyin adıyla bilinen dalga dönüştürücünün ürettiği çok boyutlu holografik dünyaların varlığını keşfetme süreci! Bu yazıda artık bunları da açıklamaya çalışalım; ki kuantum kafe, kuantum healing, kuantum pasta, kuantum Esmâ saçmalıklarına belki son verebilelim, hiç olmazsa anlayabilenler indînde!

Ama önce şunu iyi bilelim...

Allâh Rasûlü Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın, Kur’ân-ı Kerîm’in ve tüm hakikat ehli zevâtın geçmişin şartları içinde misal yollu, işaret yollu, mecaz yollu anlatımlarının, bugünün bilimsel bulguları eşliğinde yeniden değerlendirilip, verilmek istenen mesajın yepyeni anlamının sıfırdan kurgulanması zamanı!..

Yeryüzünde açığa çıkmış en muhteşem beyin Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın bütün bildirdikleri kesin gerçeklerdir. Anlayabilirsen... Veritabanın yeterli ise...

Kur’ân-ı Kerîm mutlak gerçekleri dillendirmiştir, “OKU”masını öğrendiysen!

Hz. Âli’den yakın tarihlere kadar yaşamış tüm hakikat ehli, müşahede ettikleri gerçekleri çeşitli misal veya işaretlerle anlatırken hep aynı sistemi “İKRA-OKU”yarak anlatmaya çalışmışlardır.

Konuya bir misal ile girelim; her şeyi misallerle anlattık vurgusu çok yapıldığı için geçmişte Kutsal BİLGİ kaynağımızda...

Bugün televizyonundan DLNA ile veya blu-ray player üzerinden Youtube’a bağlanıp Avustralya’dan yüklenen veriyi-görüntüleri anında seyreden; Türkiye’den Japonya veya Amerika’yla anında görüntülü görüşen sizi, alıp ışınlasalar, bin sene önceki elektrik nedir hayal edemeyen bir topluma... Şu an yaşadıklarınızı, kullandıklarınızı nasıl anlatırdınız onlara? Anlatmak için kullanacağınız örnekler, onlara ne kadarıyla olayın gerçeğini yansıtırdı?

Verdiğiniz misallerden yola çıkarak, olayın ne ve nasıl olduğunu ne kadar kavrayabilirlerdi?

İşte dünküler, beynin bugün farkında olmadığımız özellikleri aracılığıyla, bugün henüz fark edemediğimiz ya da ucundan kıyısından farkındalığını yaşadığımız sistemin gerçeklerini mecazla, misalle, işaret yollu anlatmaya çalışmışlardır. Ne var ki, o kapasiteye sahip olmayanlar misallere, mecazlara, anlayışlarına göre hayalî oluşumlar giydirerek, konunun özünden bambaşka yollara sapmışlardır.

Öyle ise bugün yapılacak ilk iş...

Din ayrı şeydir, bilim ayrı şeydir safsatasını bir yana koyup...

Bilimsel gerçekliklere dayalı bir şekilde Din-sistem anlayışını yeni baştan kurgulamaktır!..

Çünkü, bilimselliğin çalışma alanı olarak deşifre edilmeye çalışılan Sistem, yapı; gerçekte Din kapsamındaki kişiler tarafından bir şekilde “OKU”narak, misaller veya mecazlarla anlatılmaya çalışılmış yapının ta kendisidir!

Hz. Muhammed (aleyhisselâm) veya hakikat ehli zevât tarafından işaret yollu bildirilen realite, gerçekte günümüz biliminin çözmeye çalıştığı alandan farklı bir şey değildir! Bu yüzdendir ki “DİN” denince hayalî kurgular üretmek yerine; algılayabildiğimiz gerçekliklerin ne şekilde mecaz ve misallerle anlatılmış olduğunu çözme noktasında olmalıyız.

Bunu yapmazsak ne olur?

Bilimsellikten ve “DİN”in gerçeğinden ayrı düşmüş çağdaş fikir akımları ve kabuller etkisi altında “DİN” kapsamında vurgulanan Evrensel gerçekleri değerlendirmemiş olduğumuz için sonsuza dek yanarız!

Tanrı kavramına dayalı din anlayışınızdan, “Allâh” adıyla işaret edilene dayalı “DİN” anlayışına geçip, tüm olayı en baştan buna göre kurgulamazsanız, tüm hayal ettiklerinizin bir balon gibi patladığını gördüğünüz günde asla geri dönüşünüz olmayacaktır!..

Öncelikle, tek şansınız, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın “Allâh” adıyla neyi anlatmaya çalıştığını fark etmenizdir!.. O ötenizde, gökte oturan bir tanrıdan asla söz etmiyor! Ötedeki bir tanrıya yönelmenden söz etmiyor!

O, ötesindeki bir tanrının postacı-elçisi, prophet, messenger” değil! Bunlar çağdışı ilkel tanımlamalar! O, Allâh Rasûlü!

Eğer DİN konusunu anlamak istiyorsanız öncelikle konuya, dışa, öteye, uzaya bakan bakış açısıyla değil, beyninizin derinliklerine yönelerek, derûnunuza yönelerek, varlığın içselliğine yönelerek hakikatinizi araştırmak zorundasınız!

Ya da çölden gelen cahil kadın gibi “tanrı tek ona inanıyorum” deyip parmağınızla yukarıya işaret edeceksiniz!

Neyse konuyu fazla yaymadan özetlemeye çalışayım... Öncelikle de şunu belirteyim ki, burada yazacaklarımın detaylı bilgilerini internette Youtube’da bilim adamlarının ağzından İngilizce olarak dinleyebilirsiniz.

Kuantum Potansiyel... Evren içre evrenlerin bir hayal, bir tasarım alanı olarak mevcut olduğu her türlü şekil, sınır, mekân gibi kavramların söz konusu olmadığı; varlığında sonsuz anlam yaratan... Tasavvuftaki tanımlamasıyla “Esmâ mertebesi”! Bu potansiyeldeki sayısız sonsuz özelliklere, çeşitli “Allâh isimleri” ile işaret edilmiş. Burada lokalize isim müsemmaları mevcut değil. “Aliym” ismiyle işaret edilen özellik dolayısıyla, bu potansiyel kendini ve potansiyelini bilir ve sonsuz potansiyelini “seyr” eder. İşte tasavvufta “ilmiyle ilmini ilminde seyreder” denilen boyut budur. Fâtiha Sûresi’ndeki “El Hamdu Lillâhi Rabbil’âlemiyn, Er Rahmân-ir Rahıym” âyetlerinin bir işareti de bu husustur. “Vahdet-i Şuhud” bu potansiyele işaret eder.

Her şey bu boyutta olup bitmiştir!

Bu boyutun açılımından, tecellisinden, açığa çıkmasından vs. söz edilmez; edilemez!

Kozmik elektromanyetik açılım boyutu... Kuantum potansiyelin ilminde, ilmiyle yaratılmıştır! İkinci Hayal âlemidir!.. Âlemlerin aslıdır!.. Varlığı vehim nûrundan oluşur! Dalga okyanusudur! Algılanan ve algılanamayan her yapı veya özellik bu boyutta dalga boylarından oluşmuştur. Türüne göre oluşmuş beyinler, bu dalga boyu yapının bileşimsel -konvertörler- dönüştürücüleridir. “Mâliki Yevmid diyn” âyeti buraya işaret eder. “Vahdet-i vücud” anlatımı bu plana aittir.

Beyinler... Tüm varlıkta, dalga dönüştürücüsü olarak var olmuş dönüştürücülerdir. Birimlerin çok boyutlu holografik dünyaları bu dönüştürücüler tarafından oluşmakta; her birim kendi holografik dünyasında yaşamaktadır; dışsallıkta yaşadığını sanarak! “İyyake na’budu ve iyyake nesta’iyn”den itibaren bu oluşumu açıklar.

Ruh... Mânâlar toplumu demektir. “Sen bu işin ruhunu anlamamışsın” cümlesindeki mânâsı itibarıyla! Aynı zamanda hayatiyete işaret eder. Her birim canlıdır, varlığı hayatiyetidir; hayatiyeti de ilmidir! Hayat ve ilim ayrılmaz iki vasıftır! İlim açığa çıkış kapasitesine göre şuur veya bilinç adlarını da alır. Hayat sahibi olan canlının, varlığının ihtiva ettiği anlam “ruhu”dur! Bu mânâ itibarıyla, Kozmik elektromanyetik açılım boyutu, Ruh-u Â’zâm diye tanımlanmıştır. Akl-ı evvel’dir; Hakikat-i Muhammedî’dir. Unutmayalım ki bu isimler obje değil, bir özelliğe işarettir!

“Allâh” adıyla işaret edilen... İndînde bir “nokta”dır Kuantum Potansiyel!.. İlmimize göre, sayısız “nokta”lardan bir nokta! Zâtî ilminde var olan “nokta”lardan bir nokta; “Esmâ” âlemlerinden bir âlem! Zâtıyla Esmâ’sını bilen; Esmâ’sında kudretini seyreden! İsimleriyle işaret edilen özelliklerden yaratılmış ruhların her birinde bir özelliğini açığa çıkaran, çıkardığı özelliklerle seyreden! “Ben”likleri yaratıp, her bende “Ben” diyen!.. Ve dahi tüm algılayan ve algılananlardan berî olan! Tek diyebileceğimiz bu konuda: “ALLÂHU EKBER”! (Bu konuda daha detaylı bilgi 11. bölümdeki “Ekberiyet” isimli yazıda.)

Bu kısa toparlama ve özetten sonra şimdi gelelim “DÜNYALARIMIZA” ve beyin konusuna...

Şu an için fark etmemiz ve kavramamız gereken en önemli konu, beynimizin nasıl çok boyutlu hologram dünyamızı oluşturduğu hususudur. Biz dış dünyada bilfiil yaşadığımızı sanırken, nasıl oluyor da gerçekte kendi hayal dünyamızda, kozamızda yaşıyoruz? Hayal içinde hayal içinde hayal; olarak tanımlanan çok boyutlu holografik dünyamızın hâli hazır şartları nasıl oluşuyor ve gelecekte ne olacak? Dışsallıkla bağlantı noktası neresi dünyamızın!..

Herkes kendi dünyasının efendisi! Kralı veya kraliçesi... Başkaları o dünyada yalnızca figüran, yardımcı aktör veya aktris! Herkes, çevresindekilerden kendisine yansıyan kadarına göre ona bir rol biçerek dünyasının içine alıyor ve dünyasında onunla eğleniyor veya ağlıyor!

Beyin, bir dalga dönüştürücüsü demiştik... Dışarıdan beş duyu ya da ötesi kanallardan kendisine ulaşan sayısız dalgalardaki ruhu (mânâyı-anlamı) mevcut veritabanındaki bilgilere GÖRE değerlendirerek ona bir hüküm veriyor ve onu hayal ediyor! Tıpkı TV’ye gelen dalgaları dönüştürücünün açıp-dönüştürüp, ekranda görüntülenen sûret hâline getirmesi gibi!.. Böylece tâ en küçük yaşlardan başlayarak, dış dünyada bilfiil yaşadığımızı sanarak, beynimizin içinde çok boyutlu holografik dünyamızda yerimizi alıyoruz!

Biraz daha açalım oluşumu...

Bilimsel olarak kesinlikle tespit olmuştur ki... Görüyorum, duyuyorum, tutuyorum dediğiniz her şey, gerçekte, çeşitli şekillerde beyin adını verdiğimiz dalga çözücüye ulaşan çeşitli frekanstaki dalgaların, veritabanındaki önceki verilerin değerlendirilmelerine göre çözülüp; beyin içindeki hayal dünyayı oluşturan görüntü diye ya da duyma diye ya da dokunma diye tanımlanan dalga boylarına dönüştürülmesi (convert edilmesi) sonucu, bilincin içinde yaşadığı çok boyutlu hologram yapı olarak oluşmasıdır!..

Kısacası, tümüyle size özel dünyanızda yaşamaktasınız, doğduğunuzdan bu yana ve ölümsüz olarak sonsuz gelecekte!

Beyninize, görüyorum dediğiniz kişi veya nesnelerden yansıyanlar ise, asla bizâtihi o kişi veya nesne olmayıp; yalnızca o anki enstantanesidir; tıpkı ardı ardına çekilen fotoğraf kareleri gibi! Bu enstantaneleri beyniniz önceki veri kayıtlarına göre değerlendirmektedir!

Yani, siz gerçekte, beyninizin içinde yaşamaktasınız ve hayatınız o enstantanelerin oluşturduğu albümler arasında dolaşarak geçmekte! Beden vefat edince de beş duyu aracılığıyla dışarıdan gelen enstantaneler tümüyle kesileceği için; bütün yaşamınız beyninizin oluşturduğu o kozanızın-dünyanızın içindeki albümler arasında geçecektir, tıpkı rüya olayında olduğu gibi! Daha sonra da içinde bulunduğunuz boyutun canlılarından alacağı sinyallere göre, gene dünyasında, veritabanına göre değerlendirmelerle yaşamını sürdürecektir!

Beyin genelde kendisine en güçlü yansıyan enstantaneleri ana veri gibi kabul ederek, onları bir türlü “cache”e -ara belleğe- alır, yöneldiğinde hemen hatırlamak için. Bilgisayarınız internette bir yazıyı veya bir sayfayı nasıl “cache”ine alır ve o “cache”i temizlemediğiniz takdirde, eskiden alınmış ara bellekteki bilgiyi önünüze getirirse...

Beyin, bir dalga dönüştürücüsüdür.

İşte benzeri şekilde beyin de, mesela bir kişiyi düşündüğünüzde, ona dair en güçlü yerleşik enstantaneleri düşünce alanına getirir. Böylece o kişiyle karşı karşıya olduğunuzda, hiç farkında olmadan o kişi hakkında, üç veya beş veya 20 yıl önceki kayda girmiş enstantanelerdeki hüküm veya yorumunuza dair bakışla değerlendirme yaparsınız. Bu da kilitlenmenin bir başka türüdür.

Bu konuda Allâh Rasûlü bir uyarı da yapmıştır...

“Bir kişiyi bir sene hiç görmemişseniz, bir yıl sonra gördüğünüz kişi, sizin bir yıl önceki gördüğünüz kişi değildir.”

Bu sebepledir ki, kişiler hakkında geçmişe dönük kilitlenmelerden kurtulup, “cache”i yani hızlı bilgi getirme belleğini sık sık temizleyip; yaşanılan andaki enstantanelere göre yeni objektif değerlendirmeler yapmak gerekir.

Burada şunu da hatırlatalım... Göze göre et olarak görülen bildiğimiz beyin, orijini itibarıyla, nöron altı yapısıyla sanki bir frekans yumağı şeklinde bir yapıdır ki, henüz günümüz bilimi, olayı bu boyutta değerlendirme yetisinden mahrumdur. İşte bu hâli itibarıyla da “RUH” adıyla anılır. Aslı “Nûr” diye tanımlanır. “NÛR”, ilimdir! Data’dır! Çünkü aynı zamanda bir anlam paketidir bu yapı, ve ölümsüzdür. Ebedî yaşar! Bu yüzdendir ki, “ölüm tadılır” denilmiştir; ölüp yok olunmaz!

Karşınızdaki kişi de aynı şekilde kendi kozasında (cocoon) veya başka bir deyişimizle çok boyutlu holografik dünyasında yaşamaktadır. Onun dünyasından, bedenselliğine yansıyan anlık enstantaneler size yansıdığında ise, bu beyin dediğimiz dönüştürücünüzde, eskilerin “hayal” adını verdiği çok boyutlu hologram olarak dünyanızda yerini almaktadır, değer yargılarınıza GÖRE!

Her insan dünyaya yalnız gelir, yalnız yaşar ve yalnız gider sözünün dayandığı realite de budur!

Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın “dünyanızdan...” belirlemesinde bahsettiği şey de budur ki; anlamı, “Sizin değer yargılarınıza göre oluşmuş dünyalarınız içindekilerden...” demektir müşahedemize göre.

Kimimizin evi -çok boyutlu holografik dünyası- kozası, saraydır; kimimizin ki çöplük ev! Hani şu gazetelerde gördüğünüz çöplük evler türü... Adam çıkar, kendi değer yargısına göre en değerli bulduğu çöpleri, atıkları toplayıp evine doldurur da; nihayet pis kokulardan zabıta gelip evi temizlemek zorunda kalır ya... Bazılarının da çöplük evi bile yoktur; onlar “homeless”, halk diliyle “evsiz”, beyinsizdir!

Dünyanız, sonsuza dek, içinde yalnızca sizin yaşayacağınız bir dünyadır! İçine yerleştirdiğiniz nesneler, değerler ve kişi enstantaneleriyle oluşan o hayal dünyanız, ya cennetiniz olmaktadır-olacaktır ya da cehenneminiz!

Tümüyle size özel dünyanızda yaşamaktasınız, doğduğunuzdan bu yana ve ölümsüz olarak sonsuz gelecekte!Her an dışsallıktan beyninize ulaşan dalgalar, daha önceden evinize yerleştirmiş olduğunuz ya çerden-çöpten fikirlerin değerlerine göre değerlendirilecektir ya da evrensel (Sünnetullâh) değerlere göre değerlendirilip ona göre yeni eviniz inşa olacaktır.

Sonsuza dek; dünya-berzah, mahşer, cehennem ve cennet aşamalarında hep dünyanızda-kozanızda olarak yaşamaya devam edeceksiniz aldığınız enstantanelere göre değerlendirmelerinizle.

Vefat ile beden yaşamı sona erdikten sonra yani bildiğimiz beyin ortadan kalktıktan sonra dahi, mevcut beynin back-up’ı hükmündeki dalga yapılı beyninizle bu anlattığım şekilde devam edeceksiniz.

Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde anlatılan tüm aşamalar haktır, doğrudur yaşanacaktır; bu anlattığım esaslara göre... “Kur’ân-ı Kerîm Çözümü” isimli çalışmamızı bu anlayışla okuyabilirseniz, bugüne kadar okuduklarınızdan bambaşka bir anlatım ile karşılaşacaksınız ha keza!

Âyet veya hadislerdeki derinliği düşünemeyenlere göre süregiden, “insanın kuyruk kemiğinden bedeni yeniden oluşacak ve bu et-kemik bedenle yaşamına devam edecektir” anlayışı eski, çağdışı bir anlayıştır. Misalî anlatımı değerlendirememekten kaynaklanmaktadır. “Güneş, Dünya’ya 1 mil mesafeye gelecektir” hadisindeki mucizevî bilgi, günümüzün “Güneş büyüyüp Dünya’yı buhar edecektir” bilgisiyle tümüyle örtüşmektedir. Bu durumda Dünya ortada kalmayacaktır ki, toprak kalsın, içinde kuyruk kemiği kalsın! Bu ifade, insanın ölüp yok olmayacağına, yaşamına devam edeceğine misal olması için kullanılmıştır.

Keza, Yahudi bilginlerinin sorusuna cevap mahiyetinde olan âyeti de derinliksiz Müslümanlar kendi üzerlerine almışlar; “RUH hakkında az bir ilim verilmiştir size” diyen hitap, soruyu soran Yahudi âlimlerine olduğu hâlde; “Bunu hiçbir Müslüman bilemez” diye değerlendirmişlerdir. Gazâli bu konuda özetle şöyle diyor olayın anlattığım gelişimini açıkladıktan sonra... “RUH’un hakikati ve mahiyeti bilinir. Bunu bilmeyen velî olmaz zaten!”

Senin ruhun, bizâtihi varlığındır! Dünyandır!

“Ruhlarınız bedenlerinizdir; bedenleriniz ruhlarınız” hadisini düşünün.

Sen, şu an dünyandan ibaretsin!

Ne var ki...

Bildiğin bu dünyan, bilincin ötesinde; “halife” diye tanımlanmış olan derûnî bir yanın da var!

Oysa, Kozmik Elektromanyetik açılım boyutuna açılan bu kapından habersizsin!

Dünyana aldıklarını, o derûnî yanına (Esmâ mertebesi özelliklerine) açılan kapıyı açıp, arkasından aldıklarınla oluşturursan, işte o zaman dünyan cennet olur ve yolun sonu Allâh’a erer!

Kad efleha men tezekkâ Arınıp saflaşan, gerçekten kurtulmuştur! (87.A'lâ: 14)

Âyeti, dünyanı arındırmaktan söz etmektedir.

Kozan olan hayal dünyan, genlerinden gelen ve çocukluğundan beri oluşan şartlanmalarının getirisi olan değer yargılarıyla dolmuştur. Veritabanın tamamıyla şartlanmalarına dayalı değer yargılarıyla oluştuğu içindir ki, yaşamına da bunlara göre yön verirsin.

Kısacası yaşamın, dünyan, tümüyle dışsallık üzerine kurgulanır!

Asla farkında değilsindir, dışarıda değil kendi kozan olan dünyanda geçtiğini bütün ömrünün!

Her gece, algılamakta olduğun tüm kişi ve nesne enstantanelerinden uzaklaşıp, dünyanın görüntüleriyle yaşadığın hâlde; “dünyanda-kozanda yaşam” deneyimini tattığın hâlde, bunun anlamını ve işaretini hiç düşünmezsin!.. Uyku adını verdiğin kozanda dünyanı yaşama sürecinde, ne yanındaki eşin kalır, ne bitişik odadaki çocuğun, ne de diğer yakınların!

Bedenin vefat edip ölümü tattığında (bedensiz yaşama geçtiğinde de) tüm bedenselliğinin dışsallığındaki enstantane kişilikler ve nesneler geride kalır, sen dünyandaki değerlere göre, o boyutta karşılaştığın olayları değerlendirerek sonsuz yolculuğuna devam edersin.

Koza-dünyan yaşamını fark etmeyip, dışsallığı gerçek sananlara, bu gerçeği geçmişte bilimsel yollarla anlatma imkânı olmadığı içindir ki; “DİN-SİSTEM” iman esasına dayalı olarak, mecaz ve işaretlerle, misallerle anlatılmıştır hakikat ehli olan Rasûller, Nebiler, Velîler tarafından.

Amaç, kişinin şartlanmalarındaki değerlere göre oluşmuş, dışsallığın enstantaneleriyle bezenmiş çerden-çöpten evini arıtarak, orayı sultana yakışır saray hâline dönüştürmektir.

Sultan, Allâh adıyla işaret edilenin, isimlerle işaret edilen özellikleriyle yaşayandır! “Halife”dir!

Kozasını delebilen, kozmik elektromanyetik açılım boyutunun, dalga okyanusunun nimetleriyle yaşar “Veliyy” olarak... Dünyası da cennet olur...

Hadis: “Cennet yaşamında herkese bir dünya verilecektir ki en küçüğü bu dünyanın 10 misli... Ve orada dilediğin senindir, denilecektir”... Yani herkes dünyasının efendisi olacaktır.

Dünyası çöplük ev olarak kalanlar, ya da “homeless”-“evsiz”ler de, beynini değerlendirememenin sonucunu yaşayacaklardır sonsuza dek yanarak!

Esasen beyin konusunda yazılacak daha çok şey var... Bugün yazılanların bir kısmını 1966 yılında yazılmış “TECELLİYÂT” kitabında; bir kısmını 1978 yılında “EVRENSEL SIRLAR”da (basımı 1990) okumuştuk. Günümüz biliminin ulaştığı gelişmeler ise konuya son noktayı koydu, bu yazıda açıkladığımız alanda. Umarım Allâh nasip etmiştir de bu konuda daha ileri düzeyde bilgileri ve konunun çeşitli bağlantı noktalarını; akla takılacak çeşitli soruların cevaplarını yazarım, ömrüm elverirse.

Şu kesin gerçektir ki, evini yenilemeyenler, tüm değerli sandıkları nesnelerinin ve enstantane yakınlarının bir değer ifade etmediği süreçte, büyük hüsran yaşayacaklardır!

Ya aklını kullan ilmi değerlendir; ya da Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’a teslim ol, dediklerini yaparak evini arındır! Başka yol yok kurtuluşun için.

 

AHMED HULÛSİ

15 Şubat 2010

 

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!