Ne zaman ki, bu bedeni yitirir, bu ruh yapı içinde yalnızca bilinç olarak varlığımızı hissederiz, o zaman neler kaybettiğimizi anlarız.

Ne var ki o zaman da iş işten geçmiş olur! Çünkü, yitirdiklerimizi telâfi imkânı artık kalmamıştır!

Bu durumda bedenin ve ruhun ne olduğunu, ne için ve nasıl var olduğunu iyi anlamamız gerekir...

“Ben” ismiyle ve kelimesiyle işaret ettiğimiz “Öz” varlığımız olan “nefs”imizin ne olduğunu, “bilincin” ne olduğunu, gerçek özelliklerinin neler olduğunu çok iyi kavramamız gerekir.

Eğer bunları kavrayabilirsek, o takdirde bu kavradıklarımızın gereğini yaşamak zorunda hissederiz kendimizi. Ya onun gereğini hakkıyla yaşarız, hâsılasını elde ederiz. Ya da, onun gereğini yaşayamayız, neticelerini de asla ve asla elde edemeyiz...

Çünkü;

“Kim bir zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onu görür. Kim de bir zerre ağırlığınca bir şerr yaparsa, onu görür.” (99.Zilzâl: 7-8)

“…Sünnetullâh’ta asla değişme bulamazsın!” (48.Feth: 23)

Hükmü, kesindir...

Çünkü, yaşam, bir sistemdir! Sistemde kesinlikle mazerete yer yoktur!

Bu sistemin içinde, herkes, sistemin şartları ve kurallarına göre kendini kurtaracak davranışları ortaya koyacak veya koymayacaktır... Bunun sonuçlarına da bizzat kendisi katlanacaktır!

İşte, Allâh Rasûlü, bu Allâh Sistemi’nin işleyiş düzenine göre, insanlara ne yaparlarsa yararlarını göreceklerini; neleri yapmazlarsa da sonuçlarına katlanmak mecburiyetinde kalacaklarını tebliğ etmiştir. “Zorlayıcı” olarak değil, “uyarıcı”, “teklif edici” olarak!

Evet!

Konumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz...

Maddenin var olmadığını, evrenin bir dalgalar-titreşim bütünü olduğunu; daha açık bir ifadeyle, maddenin, kesitsel algılama araçlarına göre var olduğunu; her boyutun kendine has yapısının, o yapıyı algılayan araçlara göre madde kabul edildiğini anlatmaya çalıştık...

Öyle ise şimdi sıra geldi “ÜST MADDE”yi fark etmeye...

19 / 66

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!