Realite

Hüküm, Allâh’ındır!

Hâkimiyet, Allâh’ındır!

Allâh hükmü ile hükmetmeyen kâfirdir!

“…Kim Allâh’ın inzâl ettiği (hüküm) ile hükmetmezse, işte onlar hakikati inkâr edenlerin (kâfir) ta kendisidir!(5.Mâide: 44)

“…Kim Allâh’ın inzâl ettiği (hüküm) ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”(5.Mâide: 45)

“…Kim Allâh’ın inzâl ettiği ile (hükümlerle) hükmetmez ise, işte onlar fâsıkların ta kendileridir!”(5.Mâide: 47)

Kâfirdir… Çünkü, inzâl olanın kaynağını örtücü olarak, gerçeği inkâr etmektedir…

Zâlimdir… Çünkü, gerçeğin hakkını veremeyen, nefsine zulmetmektedir…

Fâsıktır… Çünkü, hakikatini idrak edememekten dolayı, bozulmuş bir “ben”lik kavramı ile yaşamaktadır!

Şimdi gelelim konunun biraz daha derinliğine…

“Tanrı” kavramıyla şartlanmış bir beyin olarak olaya bakarsak, yukarıdan birinin, yeryüzünde yaşayan birisine yolladığı kurallarla, yaşanılan olaylara “hüküm verme” olarak, konuyu değerlendirebiliriz.

Ancak bunun ötesinde…

“ALLÂH İsmiyle İşaret Edilen”in, ne olduğunu fark edip, sonuçlarını tefekkür edebilecek bir kapasiteye sahip isek…

Bu defa görürüz ki…

Evrende TEK BİR Hâkimi Mutlak vardır ve her zerrede, her an, sadece O’nun “hükmü” geçerlidir!

O Hâkimi Mutlak’ı, basîret yetersizliği dolayısıyla göremediği için inkâr ederek, bu gerçeği örten…

O Hâkimi Mutlak’ı değerlendiremediği için; kendini, O’nun dışında varsayarak, şirk koşmak suretiyle; “nefs”inin hakikatinden perdelenip, kendine zulmetmek suretiyle zâlim olan…

O Hâkimi Mutlak’ı hakikatinde müşahede edemediği için; beşerî şartlanmalar, değer yargıları ve duygularla bilinci bozulmuş, kokuşmuş olup; bu yüzden de her şeyi asli hakikatinden ayrı olarak değerlendirerek fâsık olan…

Şimdi bu bakış ile, “İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabımızda açıkladığımız bir konuyu ele alalım…

Fâile Hubb ve fiile buğz”!..

İslâm Dini’ne göre… Bu gerçekleri değerlendirmeye çalışan tasavvuf görüş ve anlayışına göre…

Kötü veya zararlı bir fiili ortaya koyan birini gördüğümüz zaman yapılacak iş şudur…

O kötü fiilden yüz çevirip, ondan nefret etmek; buna karşın o fiili meydana getirene karşı, en azından “Yaratılmışı severim yaratandan ötürü” anlayışı ile sevgimizde bir eksiklik oluşturmamak!

Mutlak Hâkim, mutlaka bir amacına dönük olarak oluşturmaktadır her şeyi; ki bu da, o şeyin varoluş hikmetidir!..

İyi veya kötü, bize göre!.. Kim, ne derse desin!..

Fetva, DİN’in esaslarından değildir!

Fetva, mazeret olmaz ve şayet hata ise seni kurtarmaz!

Fetva ancak ve yalnızca istişari fikirdir!

Fetva gerçeğe uymuyorsa, anlayışı sınırlı birinin kısıtlı görüşüne göre ise; tüm tâbilerini de batırır!

Öyle ise fark etmeliyiz şu gerçeği ki…

Olan her şey, olması zorunlu olandır; olmama şansı yoktur; olacaktı öylece ve oldu! Olmayan her şey dahi, olma ihtimali olmaksızın, varsayım olarak vardı; ve olmadı!

Her birime, yalnızca, yaradılış amacına uygun olan; kendisini o amaç gereğince yönlendirecek olan kolaylaştı ve gerçekleşti…

Öyle ise, bu gerçeğe göre, bizim, hakikatinden perdeli, derûnuna göre değil, bedenselliğine dönük yaşayan; buna göre fiiller ortaya koyan şahsa karşı tutumumuz ne olmalı..?

Hakk’ı tavsiye, görevimizdir…

Bu tavsiyeyi reddedene, ısrar etmemek de görevimizdir!..

Eğer o kişinin anlayış veya davranışı, bizim değerlendirmemizle bütünleşmiyorsa, “Allâh selâmet versin” der, yolumuza devam ederiz son nefese doğru…

34 / 67

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!