Ancak bizler, büyük bir yanılgıya düşmüş; kesit örnekleri alıp, bunlardan, tümü değerlendirebilmemiz için verilmiş olan beş duyu yani kesitsel algılama araçları ile BLOKE olmuş ve neticede her şeyi sadece beş duyu ile algıladıklarımızdan ibaret sanmışız...

Santimetrenin trilyonda birindeki dalga boyundan oluşmuş varlıklardan, kilometrelerce uzunluktaki dalga boyuna kadar çeşitli anlamlar ihtiva eden evrendeki sayısız varlık skalasından bizim bugün bilebildiklerimiz, okyanusa oranla bir damla bile değildir...

Hâl böyle iken, bizim hâlâ “tüm canlılar ancak beş duyu kapasitemizin içindekilerden ibarettir, ötesi olamaz” gibi çağdışı düşüncelere saplanıp kalmamız, çok büyük geri kalmışlık örneği oluşturmaktadır...

Düşünsel bozukluk olan “Evrende” hükmünü bir yana bırakıp, içinde yaşadığımız sisteme göre konuşmak gerekirse...

Atomüstü boyutun “Canlı”ları olan tüm moleküler birimler ile, atomaltı boyutun “Canlı”ları olan tüm dalga birimler esasen “Canlılar evreninin” sadece belirli skalalarını oluşturmaktadırlar.

Atomaltı boyuta ait dalga bedenli canlıların tümü dinî terminolojide “Melek” ismiyle tanımlanmıştır...

Esasen tüm canlılar dinî kaynaklarda iki ayrı yapıda özetlenmiştir...

“MELEKLER” ve “İNS ve CİN”...

Atom boyutundan salt enerji boyutuna kadar, tüm kuantsal kökenli ışınsal yapılar “Melek” kelimesiyle; ışınsal yapı üstü yapılar da “İns ve Cin” diye tarif edilmiştir...

“Cin” kelimesiyle işaret edilen “Uzaydaki Varlıklar” daha sonra da detayları ile anlatacağımız şekilde, dalga bedenle var olan, bir tür “Holografik” varlıklardır.

Aynı şekilde, “İnsan Ruhu” dahi, insan beyninin üretmiş olduğu dalgalardan oluşan bir tür “Holografik dalga beden”dir!..

İnsan bedeninde nasıl bir karaciğer, canlı ve bilinçli olarak yapısının özelliklerini ve gereğini ortaya koyuyorsa; ve öte yandan bedeninin diğer organlarıyla da birleşerek, beden dediğimiz üst yapıyı oluşturuyorsa; ve bu bedenden de beden üstü bir varlık olan insan şuuru-bilinci meydana geliyorsa...

Aynı biçimde atomaltı ve atomüstü boyutun kendine özgü canlı-şuurlu varlıklarından oluşan sistemik, galaktik ve galaksiler bileşiği canlı bilinç sahibi özgün varlıklar da söz konusudur ki, bunların da dinî terminolojideki adı “Melek”lerdir!..

Esasen yaşamda var olan her şey, “can”lılığını ve “bilincini” bahsetmekte olduğumuz “Melek”lerden alır...

Bilgisayar kelimesiyle işaret ettiğimiz yapının varlığındaki atomlar ve ışık kuantları, nasıl bir boyutsal derinlik ve öze işaret ediyorsa; “insan” veya “hayvan” veya “cin” dendiğinde de, onların alt yapısını oluşturan öze, cevhere, alt yapıya “MELEK” denir...

Bu yüzdendir ki, insan, cin ve hayvan denilen tüm varlıkların orijini tümüyle meleklerdir...

“Cin” denilen varlıkların “melek”lerle karıştırılmasının, “şeytanın” ise “melek” sanılmasının sebebi de, yine bu özelliğin iyi fark edilememesidir...

Özü itibarıyla “melek”, bileşiminin oluşturduğu yapısı itibarıyla “Cin” olan “İblis”in, halk ve hatta birtakım hocalar tarafından “baş melek” diye zannedilmesine yol açan yanlış anlama, buraya dayanmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’in Kehf Sûresi’nin 50. âyetinde bu gerçeğe şöyle işaret edilmektedir...

“Hani biz meleklere 'Secde edin Âdem’e' dedik de İblis hariç hepsi hemen secde ettiler! İblis CİN (türün)dendi ...(18.Kehf: 50)

Bu konunun detaylı ve deşifreli açıklamasını “AKIL ve İMAN” isimli kitabımızda yaptık, dileyenler oradan okuyabilirler...

Evet, “Cin” sınıfı genelde, “İnsan” sınıfına secde etmemiştir!.. Etmez de!.. Zira, yapısal olarak insandan pek çok üstün özelliklere sahiptir... Burada secdeden murat, üstünlüğünü kabul etme ve boyun eğmedir... Yoksa önünde eğilip de başını toprağa koymak değildir...

Evet...

“Melekler”; canlı-cansız diye göresel bir biçimde ayırt edilen her şeyin aslını ve orijinini meydana getirdikleri gibi; ayrıca çeşitli ölçülerde ve boyutlarda canlı-bilinçli varlıklar olarak da mevcutturlar...

Meleklerin insanlar üzerinde nasıl tasarruf ettikleri çok merak edilen bir konudur...

Mesela Azrâil isimli, canlıların “ölüm”üne vesile olan melek... Sorulur... Tek midir, çok mudur?.. Bir anda sayısız canlıyı nasıl öldürür?..

Bunu basit bir misal ile açıklamaya çalışayım...

Uranüs’e gitmekte olan gök aracı, NASA merkezinden gönderilen radyo dalgaları ile yönlendirilmekte veya çeşitli işlevlere hazırlanmaktadır... Bunun gibi yörüngemizdeki sayısız uydular, hep NASA merkezi tarafından gönderilen radyo dalgaları ile yöneltilmektedir...

İşte, Azrâil isimli melek de, yaydığı dalgalar ile, beyinlerdeki bir tür kontağı etkilemekte ve “ölüm” denilen beynin durmasını oluşturmaktadır... Nasıl, NASA’nın bir merkezden yaptığı yayın aynı anda binlerce uyduya ulaşıp hükmünü icra ediyorsa, Azrâil’in yaptığı yayın da, aynı anda binlerce alıcı tarafından algılanarak gereği oluşmaktadır...

Azrâil gibi diğer bütün melekler dahi yaymış oldukları ışınsal yayınlar ile beyinleri veya daha derinlemesine söyleyelim, genetik dizinleri ve hatta “ruh” dediğimiz “dalga bedenlerin beyinlerini” etkileyerek hükümlerini uygularlar...

Belirli bir şekli olmayıp, soyut yapılı salt bilinç melekler olduğu gibi; belirli sûretleri olan melekler dahi ehlinin bildirdiklerine göre mevcuttur...

İnsan bedeninin nasıl bir “ruh”u var ise, yıldızların ve takımyıldızların dahi birer ruhu vardır ki, gene bunlardan da dinde “melek kelimesiyle bahsedilmiştir...

Ayrıca, her bir gezegen veya yıldızın -ki buna Güneş de dâhil- kendine özgü canlıları vardır ki, bunlar da gene “melekler” sınıfı içinde yer almışlardır...

Mesela Güneş’in kendine has canlıları vardır... Güneş’in yapısına uygun bu canlıların adı dinî terminolojide “Zebânî”dir!.. Bu isim onlara, oraya gidecek “insanlara göre” verilmiştir...

Ellerine düşen varlıkları “zebûn edici” yani aşağılayıcı, horlayıcı, onlara istedikleri her şeyi yapacak özellikleri dolayısıyla bu şekilde isimlendirilmişlerdir...

Esasen bu varlıklar, kendi başlarına kötü varlıklar değillerdir... Güneş içinde yaşamaları ve orada meydana gelmeleri sebebiyle son derece güçlü, bize göre lâtif, hareket kabiliyeti son derece yüksek varlıklardır... Dışarıdan, Güneş içine gidecek olan “ruhlar” ise, yerçekimi, Güneş’e göre son derece düşük olan Dünya’da meydana geldikleri için orada büyük bir zayıflık ve güçsüzlük içinde olurlar...

Çeşitli hadislerde, cehenneme gidenlerin bedenlerinin çok büyük oluşundan söz edilmesi ve orada ancak sürünerek hareket edebileceklerinin ifade edilmesi, hep düşük yeryüzü çekim alanından çok çok yüksek, Güneş yerçekim alanına gidilmesi dolayısıyladır...

Keza Güneş’e gidecek “Cinler” dahi düşük seviyeli Dünya yerçekimine göre yapılandıkları için, cehennem tâbir edilen bu ortamda ora halkından büyük eziyet görür hâlde olacaklardır...

Güneş gibi tüm yıldızların ve sistemlerin dahi kendine has orijinal, canlı-bilinçli varlıkları vardır; ve olması da elbette ki gereklidir...

Ancak ne var ki biz, çok büyük bir yanılgıyla, her yerde kanlı-canlı, etli-kemikli, insansılar arıyoruz ki, bu da tümüyle yanlış hedefler peşinde ömür tüketmemize yol açmaktadır...

Evet, şimdi sıra ana metnimizdeki “Ruh”, “İnsan”, “Cin” ve “Uzaylılar” hakkındaki düşüncelerimize geldi...

Buyurun o bölümlere...

AHMED HULUSİ
21.1.1990
Antalya 

4 / 69

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!