Ve tüm bu bildiklerimizle birlikte, daha algılayamadığımız; hatta hiç haberimizin dahi olmadığı sayısız katmandaki boyutsal evrenleri bir “nokta”dan Yaratanı düşünün!..

Hafsalanız alıyor mu!!?

Sonsuz-sınırsız kavramlarından dahi münezzeh olan VÂHİD-ül AHAD sıfatlarıyla tanımlanan ve ALLÂH Adıyla İşaret Edilen’in, sayısız-sonsuz özellikleriyle meydana gelmiş olan evrenimizin henüz ne kadarını ihâta edip değerlendirebiliyoruz, ki bir de “O” yüce varlığı değerlendirip O’nu övmeye kalkalım, hamdedelim!..

Evet, ya bir garîp çoban gibi, sâfiyet ve samimiyetle O’nu övüp, O’na hamdedeceğiz...

Ya da, gerçekçi olup; “HAMD ALLÂH’a mahsustur; biz bu konuda âciziz!” deyip, “yok”luğumuzu, “hiç”liğimizi fark edip haddimizi aşmayacağız!.. Zira Allâh, bilgiçlik taslayıp haddini aşanları sevmez!..

Kısacası, “HAMD ALLÂH’A AİT İŞTİR”!..

Ve bu konuda da ortaktan münezzehtir!..

Nitekim bu hususta, Kur’ân-ı Kerîm’i ele aldığımız ilk anda, uyarılmaktayız FÂTİHA Sûresi’nin ilk âyetleriyle :

“Aklınızı başınıza alın ve O’nu basit bir gök tanrısı gibi düşünüp, övmeye, methetmeye, O’na yaranmak için bin türlü hâllere girmeye kalkmayın!.. Siz bu konuda O’nu değerlendirmekten âcizsiniz... Allâh’ı ancak Allâh değerlendirip, Allâh’a ancak Allâh HAMD eder! Size de yakışan, HAMD’ı ancak Allâh’ın yapabileceğini idrak ederek, bu konuda yetersizliğinizi fark etmiş bir hâlde haddinizi bilmektir!..”

Ayrıca... Hz. Rasûlullâh yanındaki derecesi malûmumuz olan Hz. Ebu Bekir Sıddîk, bu konuda şöyle uyarmıştır bizleri:

“ALLÂH’ın kavranılamayacağını fark etmek, “ALLÂH”ı idrakın ta kendisidir!”

İSLÂM DİNİ’nin “ALLÂH” özel ismiyle işaret edilen varlık hakkında vurgulamak istediği kesin gerçek şudur;

“Var olan yegâne vücud sahibi varlık sonsuz-sınırsız TEK’tir!.. O’ndan gayrı bir varlık mevcut değildir!..”

Algıladığımız ve tüm varlıklar tarafından algılanan, her “şey” ise, O’nun Esmâ’sının “varsandırdığı” terkipler hâlindeki mânâlardan ibarettir!

İş böyle olunca, elbette ki “El Hamdu Lillâhi Rabbil’âlemiyn” yani “HAMD ALLÂH’A MAHSUSTUR” demekten başka bir şey kalmıyor bizlere; ki ehli bilir, bu da oldukça yüksek bir mertebedir!

“ALLÂH” ismiyle işaret edileni, kendi “yok”luğundan, O’nunla müşahede mertebesidir, bu!

Bakın bu konuda değerli müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’ân Dili” isimli (Allâh rahmet eylesin) büyük emek verdiği tefsirinde ne diyor:

Hani herkesin malûmu ve aksayi emeli olarak matlûbu olan HAMD hakikati yok mu... İşte hamidiyet, mahmudiyet bütün cins ile ve hatta bütün meratibi ve bütün envaü efradiyle o hamd, Allâh’a mahsustur; Allâh’ın hakkıdır; Allâh’ın mülküdür... Çünkü, Allâh’tır... Çünkü ilâh...

Fakat lisanımızda bu tafsili icmal eden bir harfi tarif olmadığı için biz sadece hamd, diye alel ıtlak cins ifade ederiz, bilen bilir, bilmeyen başkasının bildiğinden haberdar olmaz.(Cilt: 1; Sayfa: 62)

Evet, Hamd, Allâh’a mahsustur; Allâh’ın hakkıdır, ancak O hamdedebilir; Allâh’ın tasarrufu altındadır, ancak O değerlendirebilir… Çünkü Allâh’tır, gayrı mevcut değildir... Bütün bunları bilen, bilir; bilmeyen ne bilir!

Evet, şayet “El hamdu lillâh”ın mânâsını anlayabildiysek, şimdi gelelim “Rabbil âlemiyn” deyişinin mânâsına...

“RAB” kelimesi esas itibarıyla “terbiye” demek olmasına karşın, burada “terbiyeyi oluşturan” anlamında olarak kullanılmış; ve “terbiyenin oluşması”na da “RUBÛBİYET” denilmiştir.

“Terbiye” bir şeyi kademe kademe, peyderpey kemâline eriştirmektir.

“RAB”; her an, her “şey”i varediş gayesine uygun bir biçimde hazırlayan, geliştiren, olgunlaştıran, varoluş gayesinin gereğini ortaya koyduran ve bunun için gerekli her şeyi sağlayan; kısacası, nesneyi mevcut hâliyle ortaya çıkartma özelliğine sahip olan, demektir...

17 / 57

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!