Üst Madde

 “Üst madde” tâbiriyle anlatmak istediğimiz şey ne?..

Bugüne kadar, “Evrenin gerçek yapısını değil, kesitsel algılama araçlarımıza göre olan yapısını” değerlendirebildiğimizi açıklamaya gayret ettim...[1]

Maddeden enerjiye doğru, yani madde-hücre-atom-atomaltı ve nihayet enerji yapı boyutu sıralamasını defalarca izah ettik.

Yalnız, bunun bir de “üst madde yapı” yanı var! Ki buna pek değinmemiştik...

“Üst madde” var derken, “bir madde var, bir de bunun üstü var” şeklini anlamayalım!

Madde, bizim algılama organlarımıza göre varsaydığımız yapı! Fakat, bir de bunun bir “Üst Boyut”u var!..

Bu “üst boyut”u, bugüne kadar algılamamış, hatta üzerinde bile düşünmemiş olduğumuz için, direkt olarak anlatmam mümkün değil!

Bunu misal yollu anlatmaya çalışayım...

Şimdi, bir insanın vücudunu, bedenini ele alalım...

Bu bedende trilyonlarca hücre var. Bu hücreleri biz bugün, çok yüksek büyütme kapasitesi olan mikroskoplarla görebiliyoruz. Esasında vücudumuzdaki bu hücrelerin milyarlarcasının faaliyetinden haberimiz yok. Farkında bile değiliz...

O hücreler ne yapıyor? Ne tür ilişkiler içinde? Nasıl yaşıyor, nasıl ölüyor? Yerine yenileri nasıl meydana geliyor? Bunların hiçbirinden haberdar değiliz...

O hücrelerin her biri, belli bir canlılık ve kendi yapısal özelliği içinde de bir faaliyet hâlinde. Ama, dediğim gibi, biz bunun farkında değiliz!

Trilyonlarca hücreden meydana gelmiş beden, aslında tek bir hücreden oluşmuş!.. Bu tek hücrede mevcut kromozomlardaki genler, sayısız bilgileri ihtiva ediyor. Bu sayısız bilgileri ihtiva eden genlerin önerdiği doğrultuda hücreler çoğalmaya başlıyor. Değişik bileşimlerle, terkiplerle bir böbreği, bir karaciğeri, bir mideyi, kalbi, beyni meydana getiriyor!

Tümüyle apayrı görevler yapan organlar, o tek hücreden meydana gelme! Her bir organın da kendine has bir bilinci, bir görevi ve bir çalışma sistemi var.

Ama, biz dışarıdan baktığımız zaman, “insan bedeni” diyoruz ve bunu, bir tek yapı olarak ele alıp değerlendiriyoruz.

Nasıl ki, biz hücreleri göremiyorsak, kendi algılama boyutumuzda ve kendi algılama araçlarımız olan organlarımızla, bedendeki bu faaliyetleri değerlendiremiyorsak; kütlesel bir isimle, karaciğer, kalp, böbrek gibi tanımlamalarla kaba bir biçimde olaya yaklaşıyorsak; şimdi bunun aynını bir “üst boyut”ta ele almaya çalışalım...

Tüm galaksiyi, yaklaşık dört yüz milyar yıldızdan oluşan galaksiyi bir beden olarak ele alalım... Bu galaktik bedenin hücreleri gibi düşünelim yıldızları! Galaktik bedenin organları veya hücreleri gibi...

Nasıl ki, karaciğerin kendine has bir yapısı, bir çalışma sistemi, bir kendi bilinci, organik bilinci ve bu bilinçle yaptığı bir görevi varsa; aynı biçimde galaktik bedenin de organları veya hücreleri gibi olan yıldızların canlılığı söz konusudur...

Eğer uzaydan, belli bir mesafeden Dünya’ya bakarsanız, Dünya’nın üstünde doğru dürüst, ne bitkileri, ne hayvanları ve ne de insanları görürsünüz! Dünya, tek başına bir kütledir.

Ama, Dünya üzerinde bir insanlık âlemi var, hayvanlar âlemi var, sayısız nebatlar var. Bunlar da kendi içlerinde sayısız türe ayrılırlar. Herbirinin kendine has bir özelliği vardır.

İşte galaktik yapı da, aynı şekilde dışarıdan bakıldığı zaman, bir beden, bir birim, bir kişilik hüviyetiyle var olan bir yapıdır!

Bu galaktik yapı, bizim “Samanyolu” adını verdiğimiz, batının İngilizcede “Milkyway” diye adlandırdığı galaktik yapı, gerçekte bir canlı birimdir, bir canlı varlıktır... Ancak, bir başka galaktik bilinç tarafından, bu galaktik yapı, bir canlı birim, bir canlı yapı olarak algılanır; bizim yapımız tarafından değil...

Bedende bir hücre; galakside bir Güneş sistemi!

İnsanlık denen yapının bilinci olduğu gibi; aynen Dünya’nın da kendine has bir bilinci vardır. Dünya ismi ile işaret ettiğimiz bu planetin de kendine özgü bir şuuru vardır!..

Dünya’nın bir şuuru olduğu gibi, Güneş’in de bir şuuru vardır!.. Güneş’in bir şuuru olduğu gibi, galaksinin de bir şuuru vardır!

Bu galaktik bilinç indînde Güneş’in bilinci, bizim yapımızın şuuru yanında bir hücremizin bilinci mesabesindedir. Galaktik yapı, aynen bir insanın bilinci gibi, evren içinde bir bilinç sahibi birim olarak mevcuttur! Ve böylece milyarlarla galaktik birimler mevcuttur!..

Burçlar denen takımyıldızların da bir şuuru ve kişiliği vardır… Muhyiddini Arabî, “Fütûhat-ı Mekkiye” isimli kitabında, bu bilinç varlıklardan “burçlarda yerleşik melekler” diye söz etmiştir.

Evrende milyarlarla galaksi var, diyoruz ya! Aslında bunun anlamı, evrende galaktik boyutlarda mevcut, milyarlarla birim var demektir!..

Bizim yapımıza göre, bize oranla bir hücrenin bilinci ne düzeydeyse; galaktik bedene, galaktik kişiliğe nispetle de, Güneş’in bilinci odur. Galaktik birime, benliğe göre bir yıldızın, bir Güneş’in şuuru ne ise, dedik...

Şimdi o Güneş’in yanında Dünya’nın, Dünya’nın üzerinde bir birimin yerini düşünün!.. Hafsalanız acaba alabiliyor mu?

Bir yıldızın yanında bir insanın yerini; ve de o yıldızın, galaktik beden boyutunda yerini... Bunu anlatabilmek çok güç!..

Çünkü biz, beş duyu dediğimiz yalnızca kesitsel algılama organlarıyla ve yardımcı araçlarla hep “madde altı”na girdik; “madde altı” dediğimiz enerjiye giden boyutta mikrokozmosa gittik, ama makrokozmosu hiçbir zaman değerlendiremedik...

Neye benzer bu?..

Bir hücrenin çekirdeğinden veya bir kromozomdan, insan bedenine bakmaya benzer!

Bir hücrenin çekirdeğindeki bir gen, bu bedene, bu bilince, bu ana yapıya bakabilir mi? Hayır!..

O gene göre, bir organı dahi idrak etmek, hafsalasına sığdırmak mümkün değildir! O hücre çekirdeğini kapsayan mevcut stoplazma, sonsuz bir deniz gibi görünür, o “gen”e!..

Biz de diyoruz ki;

“Bizim yaşadığımız gezegenle, falanca gezegen ile falanca yıldız arasında boşluk var, hava var(!)”... “Boşluk” kelimesi boş!..

Burayı çok iyi anlamaya çalışalım!..

Daha önceki konuşmalarımızda dedik ki:

Her şey atomlardan oluşmuş bir yapı ve aslında biz, bileşik bir kütleyiz. Benim vücudum da atomlardan oluşmuş, bir başka madde de...

İşte bu nedenle, biz eğer bu gerçeği fark edebilecek bir ilme sahipsek, algılarız ki atom boyutunda bileşik bir kütleyiz.

İşte bu “bileşik bir kütleyiz” realitesi, bir alt boyuta, atom boyutuna indiğimiz zaman, “yıldızlar arası boşluk” kavramını ortadan kaldırıyor... Bir tümel yapıyı, bir tekil yapıyı fark ettiriyor bize, atom boyutu itibarıyla galaktik boyutta!..

Biz, kopuk kopuk, birbirlerinden ayrı yıldızlar tasavvur ediyoruz ya, gözbebeğinin verilerine GÖRE... Bir yıldız burada, bir diğeri bilmem kaç ışık yılı ötede, diyerek!.. Oysa gerçekte, şu bedende hücreler birbirinden ne kadar uzaksa, bunu üst boyuta aktardığımız zaman fark ederiz ki, galaktik boyutta da, o yıldızlar birbirlerinden o kadar uzaklıkta!..

İki yıldızın arasındaki boşluk, esasında boşluk değil, doluluk!..

Ama biz, bu doluluğu gerek ilmimiz, gerekse algılama araçlarımız kısıtlı olduğu için yeterince değerlendiremiyoruz; ve onun için de, o muhteşem dev galaktik bedeni fark edemiyoruz; ve elbette, o galaktik bedendeki mevcut bilinci de!

Nasıl, şu bedende mevcut bir benlik kavramı ve bilinç mevcutsa, bu bedendeki benlik ve bilinç gibi, o galaktik bedende de bir benlik ve bilinç var; her ne kadar genelde algılayamıyorsak da!..

Diyoruz ki...

Evrende, bir yerel gökadalar grubu içindeki Samanyolu’nun dış çeperinde, kenarda kıyıda bir yerdeyiz... Otuza yakın galaksi var civarımızda bizim! İşte bu otuza yakın galaksi, esasında, otuza yakın, “Bilinçli Galaktik Varlık”tır! Belki de bir aile!!!

O otuza yakın galaktik bilinç varlığın bir tanesinin bedenindeki bir “hücre” bile değiliz biz!.. Belki bir hücre, Güneş!.. Biz, o Güneş Sisteminin uydularından birinin üzerindeki milyarlarla insandan bir tanesiyiz!..

İşte, din terminolojisinde, “melek” kelimesi ile kastedilen varlıkların bir türü de bu galaktik boyutlardaki “Ruh”tur, galaktik şuurdur, galaktik bilinçtir...

Nitekim geçmiş öze ermişlerden birisi diyor ki:

“Biz, öyle bir melek tespit ettik, öyle bir varlık tespit ettik ki, O’nun bizden haberi bile yok!.. Bizim varlığımızdan haberi bile yok!”

Onun büyüklüğünü de çeşitli misallerle anlatmaya çalışıyor... Detayına girmeyeceğim.

Tıpkı bizim boyutlarda olduğu gibi... Bizim bedenimizin herhangi bir yerindeki hücrenin beynimizden, beynimizdeki bilinçten haberi olmayışı gibi; beynimizin ve beynimizdeki şuurun da o hücreden haberi yok!.. O hücre, vücutta doğuyor, büyüyor, gelişiyor, çoğalıyor, ölüp gidiyor.

İşte bu yapıyı “üst madde” adını vererek anlatmaya çalışıyoruz.

Zira her boyut, kendi yapısının varlıklarına veya algılayıcılarına göre “madde”dir!.. Tıpkı rüya içinde yaşarken, rüyada geçen olay ve yapıların bize “madde”ymişcesine gelmesi gibi!

Varlık skalasını 100 cm’lik bir cetvel gibi ele alırsak, salt enerji dediğimiz noktayı sıfır noktası olarak kabul edersek, daha sonra, kuantları, kuarkları, iyonları, atomları, molekülleri, hücreleri, algıladığımız maddeyi, 50 cm’ye doğru böyle yer yer koyarsak; içinde bulunduğumuz ve bize göre madde kabul ettiğimiz bu boyut, eğer 50 cm’de yer alırsa; bunun daha ötesinde ise evrensel boyutlara doğru, makrokozmosa doğru sayısız varlıklar vardır.

Biz, o varlıkların yanında, “hiç” hükmündeyiz!

O varlıkların “sonsuz-sınırsız”mışcasına değerlendirebileceğimiz yapısını, hafsalamıza sığdırmamıza imkân yok!..

Ancak, bunu fark etmek ve düşünmek de zorundayız!..

Eğer varlığı gerçek şekliyle tanımak istiyorsak, hafsalamızı zorlamak ve bu gerçeklerin farkına varmak; en azından bunları bilmek zorundayız!

Nasıl, atomdan hücreye, hücreden bedene bir sıralama mevcutsa; her biri bir diğerinin içinde milyarlarca defa küçük, ama kendi yapısına ve varlığına göre bilinçli ise... İşte aynı biçimde bizim, yanında milyarda bir veya trilyonda bir oranında kaldığımız ana dev yapılar da mevcuttur!..

Biz, o bedenlerin içinde ise bir “hiç” mesabesindeyiz...

Galaksi adını verdiğimiz varlığın, bilinçli bir birim, belli bir yaşamı olan, bir bedeni olan bir canlı tür olduğunu fark etmeye çalışalım!..

Bizim yaşadığımız Dünya ve bu dünyanın devamı olan, “Âhiret” adı takılan, ölüm ötesi yaşam platformu... “Cehennem” veya “Cennet” hep o bedenin içinde bir organ!.. Belki bir organ bile değil!..

Büyüklüğünü, ihtişamını, azametini anlatmaya çalıştığım galaktik büyüğümüz; kâinattaki milyarlarla bu tür birimden bir tanesi!.. Galaksimizin dâhil olduğu evrenin bu köşesindeki otuz kişilik grup veya aileye mensup biri!.. Neyi konuşuyor, neyi tartışıyor, neyi düşünüyorlar?.. Bunlardan bîhaberiz!..

Bedende bir hücre; galakside bir Güneş sistemi!..

Ne hücrenin şuurundan, yapısal özelliklerinden, duygularından haberdarız!.. Ne de “Güneş’in Ruh”undan!..

Peki, bunlardan tüm insanlar bîhaber olarak mı geçip gidiyor?

Hayır!..

İşte, işin püf noktalarından, öz noktalarından biri burası...

Ana yapı ne kadar küçülürse küçülsün veya ne kadar büyürse büyüsün, ister mikrokozmosa inelim, gen boyutuna gidelim, bakteri boyutuna gidelim, muon, kuanta boyutuna inelim... İster Güneş veya sair yıldızlar boyutuna çıkalım, galaktik birim, galaktik varlık boyutuna çıkalım...

Hepsinin, “Öz”ü ve “Zât”ı itibarıyla, “holografik” esasa göre aynı varlık ve aynı cevherden meydana gelmesi nedeniyle; skalanın herhangi bir boyutundaki birim, “Öz”üne, “Zât”ına doğru bir yolculuğa çıkabilirse; veya bir diğer ifadeyle, “Zât”ına doğru bir sıçrama yapabilirse, o Nokta’da, kendisinden sayısız defa mikro veya sayısız defa makro plandaki birimlerle iletişim kurabilir!

Bu iletişim, Zâtî iletişimdir... Ama bunun için de kişinin ilk önce kendi Zât’ını bilmesi gerekir...

Kendi Zât’ını bilmekten murat nedir?

Önce, kendi bilincini, bulunduğu boyutun bir bilinci olma kaydından soyutlayacak, bu blokajdan kurtulacak! Şartlanmalar, değer yargıları, duygular, birimsel kabuller gibi tüm hâllerden uzaklaşacak! Bilincini arındıracak!

Çünkü, evren, kâinat biliyoruz ki, sonsuz-sınırsız Tek’in ilminden hâsıl olmuş bir yapı... Bu yapıda Evrensel Öz, Zât, İlim; her noktada ve zerrede mevcuttur!..

Dolayısıyla, sizin gerçek “Öz Şuurunuz”, Öz’ünüz, Zât’ınız, mikro plandaki veya makro plandaki, bir atom şuuru veya galaktik bilinçle aynıdır...

Sizin gerçek öz şuurunuz, zâtınız, mikro plandaki veya makro plandaki, bir atom şuuru veya galaktik bilinçle aynıdır.

Ama bir bedende, onun şartları içinde oluşmuş “bilinç” olması nedeniyle, çeşitli var kabullerle, varsayımlarla, gerçekten kopmuş, kalıplanmış, bedenlenmiş, bloke olmuş ve “birimsel bilinç” hâline gelmiştir...

Oysa, bilinç dediğimiz şey, eni boyu, ağırlığı, şekli olan bir şey değildir!

Bilincin sınırları, kayıtları, blokajı kendisine yüklenen yanlış bilgilerle meydana gelir.

Bilinç, bu yanlış bilgilerden arındığı oranda da, mikro ve makro plandaki varlıklarla, Zâtî boyuttan iletişim kurabilecek hâle gelir.

Bizim altımızda, yani bizim altımızda derken; maddeden hücreye, atoma doğru giden boyutta, çeşitli varlıklar var olduğu gibi; bizim, içinde sanki bir hücre gibi kaldığımız sayısız çeşitlilikte varlıklar da mevcuttur; ve onlarla iletişim kurma imkânı dahi bazı kişiler için mevcuttur...

Belki bu anlatmaya çalıştıklarım, hafsalanızın alamayacağı boyutlarda bir konu ama, bu bir gerçektir!.. Ve bilinmelidir!..

Dünya’yı, evreni, her şeyi, sadece bu gördüğümüz, algıladığımız, var kabul ettiğimiz maddeden ibaret kabul etmek, son derece büyük bir gaflettir! “Koza”lılığın oluşturduğu bir fikirdir!..

Beş duyu verilerinin oluşturduğu, kesitsel değerlerden bilincimizi arındırıp, gerçek boyutlarıyla âlemleri ve âlemlerdeki varlıkları tespit etmek zorundayız!

Kelimede; kelimenin şeklinde, isimlerde kalmayalım!

Bilelim ki, şuurumuzu örten, bilincimizi örten, en büyük perdeler; kelimeler, kelimelerin sûretleri, o kelimelerin hayalimizde meydana getirdiği imajlardır!.. Biz o imajları gerçek sanarak, onların ardındaki mutlak gerçeklerden perdeli yaşıyoruz.

Ondan sonra, dünyamız daralıyor, basıyor üstümüze!

Bütün davamız; yedik içtik, aldık verdik!.. Niye verdik, niye alamadık?.. Neden kaybettik?..

Bunların hepsi, bu Dünya’da olup biten şeyler ve maddenin dar, ilkel değerleridir...

Biliyoruz ki, çok kısa bir süre sonra, şu madde kabul ettiğimiz ortamdan geçip gideceğiz... Ve, oranın zaman boyutu az önce de açıklamaya çalıştığım gibi milyonlarla, yüz milyonlarla seneleri içine alır.

Maalesef o boyutun varlıklarından da üç beş kelimeyle söz ediliyor!..

Melek” ismiyle geçiştirilen çok büyük varlıklar mevcut o boyutta! Mikro boyutta var olan melekler gibi, çok büyük kuvvetlere sahip makro boyutta yaşayan canlılar da var!.. Ama hep, tek bir “melek” kelimesi ile bahsedilip geçilmiş! Oysa bunlar, hep yüksek bilinç düzeyindeki varlıklar...

Eğer biz bugün, bunları fark edemezsek, yarın hiç anlamayacağız!.. Görüp geçeceğiz; ama ne olduğunu hiç bilemeyeceğiz!

Bu bedende, nasıl hiç görevi olmayan bir varlık, bir birim yoksa; her organın, her hücrenin, her birimin nasıl belli bir vazifesi varsa; beynin ürettiği mikrodalga bedenin de belli bir görevi, şuuru; bilincin de belli bir görevi vardır. İşte makro planda da böylesine şuurlu, bilinçli varlıklar ve onların ifa ettiği görevler mevcuttur...

Ne diyoruz...

Güneş, Samanyolu’nda bir turunu, 255 milyon senede tamamlıyor... Güneş var oldu olalı, bugüne kadar, ancak sekiz tur atmış merkez çevresinde, yani 8 yaşında... Biz o galaktik bedenin, merkezinden 32 bin ışık yılı mesafedeyiz!

32 bin ışık yılı ne demek?.. Saniyede 300 bin km... 300 bini 60 ile çarp, dakikasını; 60 ile çarp, saatini; 24 ile çarp, gününü bul!.. 365 ile çarp, neticede çıkan ışık yılı... 32 bin ışık yılı mesafedeyiz, merkezden!..

Düşünün ki o galaktik bedenin kalbi, galaksinin merkezi ise, biz tepesindeki bir hücrenin içindeki bir elektronuz belki de!

Bu galaktik varlığın boyutlarını hafsalanızda canlandırabiliyor musunuz?.. Hiç sanmıyorum!..

Böyle milyarlarla galaktik dünya... Son bir sene, bir buçuk sene içinde yapılan araştırmalara göre yeni bir galaksinin doğuşu tespit edildi.

Yani, doğan, büyüyen sonra da dönüşen galaktik birimler mevcut. Nasıl insan doğuyor, büyüyor, ölüyor; hücre doğuyor, büyüyor, ölüyorsa, aynen galaktik birimler de doğuyor, büyüyor, ölüyor...

Ama bilinç boyutu itibarıyla “yok” olmuyorlar! Bilinçler yaşam boyutlarını değiştiriyor sadece!

Öyleyse, dünyanın dar sınırları içinde, kazandığına sevinip, kaybettiğine üzülüp, gördüğün rüyadan uyandığın andaki hâl gibi, yaşadığın günü boşa geçirme!.. Çok güzel bir rüya görürsün, uyandığında “vah vah ne güzel rüyaydı” dersin... Elinde ne kalmış?..

Aynı şekilde, bu dünyadan gittikten sonra da, o geçtiğin boyutta, “Dünya şöyleydi, dünya böyleydi, şuna sahiptim, buna sahiptim, şu vardı şu yoktu”nun derdine tasasına düşeceksin; o ortama göre belli bir hazırlığın yoksa, çok büyük sıkıntılara, azaplara da maruz kalacaksın!..

Zira o içine girdiğin boyutun yaşam şartları senin bugünkü ortamına hiç benzemeyecek! Bunun misali rüyadır...

Rüya âleminde sen hep varsın; karşında çeşitli varlıklar var. Rüya âleminde bu bedenin kâh parçalanır, kâh bozulur; eni boyu değişir, deforme olur, sonra bir anda eski hâline girer, fakat asla ortadan yok olmaz!..

Rüyada bedene ne olursa olsun, senin “benlik” bilincine hiçbir şey olmaz!.. Çünkü rüyada gördüğün beden, ruh türünden bir bedendir; ve ruh cüzlerden oluşmamıştır; parçalanmaz da!

Aynı şekilde, ölüm ötesi yaşamda da, nelerle karşılaşırsan karşılaş, ne büyük azaplar veya zevkler yaşarsan yaşa, benlik bilincin ve ruhun hiçbir zaman yok olup kaybolmayacak!..

Ama, bu benlik bilincinin ve ruhunun kapasitesi ne olacak?..

O benlik bilincinin kapasitesini ve ruhunun kuvvetini şu anda Dünya’da yaşarken ne düzeye getirebilirsen, artık sonsuza dek öylece kalacak!

Bu Dünya’da idrak edemediğin şeyleri daha sonra idrak etmen mümkün değil!..

Bu Dünya’da elde edemediğin ruh kuvvetini, daha sonra orada elde etmen veya geri dönüp telâfi etmen kesinlikle mümkün değil!..

Anlayamadığın, değerlendiremediğin, hafsalanın alamadığı şeyleri daha sonra değerlendirebilmen, alabilmen, hafsalana sığdırabilmen mümkün değil! Bunun açıklamasını da birçok defa yaptım. Burada detayına girmeyeceğim.

Esas anlatmak istediğim konu şu...

Bilelim ki biz, yalnızca mikrokozmosun makrosu değil, aynı zamanda makro varlıkların da mikrokozmosundayız!.. Canlı şuurlu öyle makro varlıklar ki bizim yaşadığımız sistemlerden haberleri bile yok, çoğunun!..

Bunu bakın, dinde, Allâh Rasûlü nasıl söylüyor:

“Allâh’a yakîn sahibi birtakım melekler var ki, onlar Dünya’nın ve insanın varoluşundan bile haberdar değillerdir.”

Tıpkı, senin, vücudundaki hücrelerin doğuşundan, büyüyüşünden, çoğalışından ve yok oluşundan haberdar olmadığın gibi...

Eğer biz, bu dünya yaşamında bilincimizi genişletip, hafsalamızı genişletip, hatta bunların ötesinde Zât boyutunda kendimizi tanımak suretiyle, bu yüce varlıklarla iletişim kurup evrensel gerçeklere vukuf elde edemezsek, “ölüm” dediğimiz olayla birlikte yeni birtakım özelliklere kavuşarak o boyutu değerlendirebilmemiz asla mümkün olamayacaktır!

İşte bu yüzdendir ki, şu dünya hayatını yaşarken, yarın zaten zorunlu olarak bırakıp gideceğimiz şeylerin kavgasıyla, derdiyle, sıkıntısıyla, üzüntüsüyle günümüzü boşa harcamayalım!..

Malımızı, mülkümüzü, çocuğumuzu, her şeyimizi burada bırakıp gideceğiz başka bir âleme...

Üstelik o âlemin değer yargıları buradakilerden son derece farklı, apayrı!..

Senin yapına göre bir hücre ne ifade ediyorsa; o galaktik varlığa göre Güneş sistemi ne ifade ediyorsa; gittiğin ortamda da, şu Dünya ve Dünya’nın içinde olan her şey onu ifade ediyor!.. Tıpkı, uykudan uyanan bir insana, rüyada gördüklerinin bir şey ifade etmemesi gibi...

Öyleyse, bunları anlamaya çalışalım, idrak etmeye çalışalım... Aksi takdirde;

“Kim bu dünyada âmâ (hakikati göremeyen) ise o, gelecek sonsuz yaşamda da âmâdır (kördür)!..” (17.İsra’: 72)

Hükmü, bizim için geçerli duruma gelecektir.

Elbette burada bahsi geçen “körlük” gözlerin değil, “basîretlerin” yani algılama ve değerlendirme kapasitelerinin yetersizliği anlamına gelen “manevî” körlüktür.

“Kör”lükten kurtulmanın da yegâne yolu, önce bilincimizi, gereksiz ve yanlış bilgilerden arındırmaktır.

Bu gereksiz ve yanlış bilgilerden bilincimizi arındırıp, o gerçekleri idrak edemezsek; o gerçeklerin gerektirdiği biçimdeki yaşam düzenine giremezsek, bilincimizi, yarın bizim için hiçbir şey ifade etmeyecek şeylerle harcarsak, doldurursak, bloke ederek perdelersek, ölümden sonra bu perdelerden asla ve asla kurtulamayacağız...

Onun için de, Hz. Muhammed (aleyhisselâm) diyor ki:

“Kişi ne hâl ile yaşarsa o hâl ile ölür. Ne hâl ile boyut değiştirirse, o hâl ile yaşamına devam eder.”

Dünya’da yaşarken, bu gerçek değerleri, bu gerçek âlemleri anlayıp kavrayalım; veya hiç olmazsa o âlemleri kavrayabilecek hâle gelelim ki orada bu nimetten ebediyen mahrum kalmayalım... Bunu yapamazsak çok yazık olacak!..

Öyleyse, konuyu özetlemeye çalışayım:

Biz, sanki bir ara boyutta yaşıyoruz! Enerjiden bulunduğumuz madde boyutuna kadar olan boyut katmanları ve bizim bulunduğumuz noktadan evrensel büyüklüklere kadar uzanan boyutsal katmanlar...

Her boyutun kendine has birimleri, o birimleri değerlendiren algılama sistemleri; ve bu algılama sistemlerinin değerlendirmesine göre var olan kendi madde boyutları...

Hücre boyutu, hücrenin kendine göre var olan madde boyutu...

Atomun kendi şuuruna göre var olan madde boyutu...

Bedenin ve beynin algılama sistemlerine göre var olan algılama boyutu... Galaktik birimin, algılama sistemine göre var olan madde boyutu...

Bunun ötesindeki algılayamadığımız sayısız katmanlar boyutu!..

Ama, özü itibarıyla, orijini itibarıyla hepsinde mevcut olan bilinç, Tek bir “NEFS”ten geliyor! Tasavvufta, hüviyetine “İnsan-ı Kâmil”; bilincine de “Akl-ı Evvel” denmiş...

İşte biz, bulunduğumuz yeri, yapımızı, makro veya mikro plandaki âlemleri ve bunlarla olan ilişki şeklimizi çok iyi anlamak zorundayız...

Ya bunu yapacak, ya da bunu yapamadan giden milyarlar gibi bu dünyadan geçip gideceğiz. Görenler, bunları göremeyenlere bakıp, “Biri daha gitti!..” diyecekler... Onlar bize bakıp belki de, “Vah!..” bile demeyecekler! Daldan bir yaprağın kopması size göre neyse; o gerçekleri idrak eden, o âlemleri yaşayanlara göre de bir birimin dünyadan gitmesi odur.

Öyleyse, şu dünyayı boşa geçirmeyelim!.. İlme sarılalım!.. Bilincimizi ilim ile, şartlanmalardan, değer yargılarından ve bu değer yargılarının getirdiği duygulardan arındırıp, blokajdan ve sınırlarından kurtulup, “sınırsız bilinçli” varlık olmaya çalışalım!..

Umarım ki, bu, bize kolaylaştırılmıştır...

Bu bölümde, dünya bilincine göre “üst madde” adını verdiğim makro varlıklara bakış açımızdan söz etmeye çalıştım.

Bu bölümde, “Melekût” âlemine bir başka anlatımla dikkatleri çekmek istedim...

Şimdi de “Ceberût” âlemine bir pencere açmaya çalışacağım “ÖZ’ÜN SEYRİ” ve “TEK’İN TAKDİRİ” bölümleriyle...

Evet, bundan sonra bilincin arınması, “nefs”in “saf”laşması hâlinde, “Zât”ın ilim sıfatıyla varlığı değerlendirme hâlinden bize ihsan olunan ilim nispetinde bir şeyler açıklamaya gayret edeceğim...

 

AHMED HULÛSİ

1995



[1] Bu konuyu detaylı olarak “EVRENSEL SIRLAR”, “RUH İNSAN CİN”, “Hz. MUHAMMED’İN AÇIKLADIĞI ALLÂH” ve “Hz. MUHAMMED NEYİ OKUDU?” isimli kitaplarımda elimden geldiğince izaha çalışmıştım...

Bu yazı kitabından alıntıdır. Online okumak için tıklayınız!

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!