Vahye Doğru

Ve biz de artık fazla vakit geçirmeden o mübarek güne uzanalım ve Risâletin bildirildiği günlere gelelim... 

Efendimiz otuz dokuz yaşına geldiği zaman durumunda eskiye kıyasla muazzam bir gelişme başladı... Zaten zamanının çoğunu Hira (Nûr) dağındaki mağarasında geçiren Efendimiz, çeşitli sesler duymaya başlamıştı ki, bazı nûrları görür bir hâle gelmişti! 

Bu hâl öylesine ileri gitmeye başlamıştı ki, artık yolda yürürken ağaçlar, kayalar kendini ismi ile çağırıyor; kendisine selâm veriyorlardı... Efendimiz, Mekke’den üç mil (beş-altı kilometre) uzaktaki Hira dağındaki mağarasında istediği gibi, dilediği zaman ibadet ettikten sonra şehre dönüyor ve Kâbe’yi yedi defa tavaf ediyordu... 

Nihayet bu idrak edilemez hâl gelişti ve Efendimiz kırk yaşına altı ay kadar bir zaman kala, gün gibi aşikâr rüyalar görmeye başladı... Gece gördüğü rüyalar, ertesi gün aynen çıkıyordu... Gece rüyasında, kimi, nerede, ne iş yaparken görmüşse, ertesi gün de, aynı şahsı aynı işi yaparken görüyordu... 

Bu durum da altı ay kadar sürdü... Milâdi tarih ile 611 yılının Şubat ayına rastlayan Ramazan ayı idi. Ve muhtemelen de Kadir gecesiydi ki o gece, Efendimiz gene Hira dağında ibadetle meşgûldü... 

Gelin şimdi bundan sonrasını Sahihi Buhari’den, Hazreti Aişe’nin ağzından dinleyelim: 

“Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem’in ilk vahiy başlangıcı, uykuda sahih rüya görmek olmuştur... Hiçbir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi vazıh ve aşikâr zuhur etmesin... 

Ondan sonra kalbine yalnızlık muhabbeti ilka olundu... Artık Hiradaki mağara içinde halvet güzelliğini yaşayıp; orada belli bir sureyi ibadetle geçirip, zamanını böylece değerlendirirdi... 

Sonra tekrar eşinin yanına döner, kısa bir süre onunla ilgilenir ve tekrar yiyecek alıp dağa geri dönerdi…

Nihayet Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem’e bir gün Hira’daki mağarada bulunduğu sırada emr-i Hak (yani vahiy) geldi... Şöyle ki, bir melek O’na gelip: 

− Oku!.. dedi. O da: 

− Ben okuyamam!.. cevabını verdi

Zâtı Akdes Risâlet Penahı buyurdu ki: 

O zaman melek beni alıp gücüm kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine; 

− Oku!.. dedi. 

Ben de; 

− Okuyamam! dedim... 

Nihayet beni alıp üçüncü defa sıkıştırdı sonra beni bırakıp: 

− MAHLÛKATI YARATAN RABBİNİN İSMİYLE OKU!.. O İNSANI ALAKTAN (pıhtılaşmış kandan, genlerden) HALKETTİ... OKU, RABBİN EKREMDİR Kİ O KALEMLE ÖĞRETTİ... dedi.”

 Bunun üzerine Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem, kendisine vahyolunan bu âyeti kerîmeleri tekrarlayarak, yüreği titreyerek döndü... 

Hatice bin Huveylid’in yanına girerek: 

Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!.. buyurdu. 

Heyecanı geçinceye kadar vücudu mübarekesini sarıp örttüler... Ondan sonra Hazreti Muhammed sallâllâhu aleyhi vessellem vuku bulan hâli Hatice’ye naklederek:

− Kendimden korktum!.. dedi.

Hatice (radıyallâhu anh) da cevap verdi: 

− Öyle deme! Allâh’a kasem ederim ki, Allâh hiçbir vakit seni utandırmaz... Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin; fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırırsın... Misafiri ağırlar; Hak yolunda zuhur eden olaylarda lüzumlü şeylerle (halka) yardım edersin! 

Bundan sonra Hatice (r.a.), Hazreti Rasûlü Ekrem’i birlikte alıp amcaoğlu Varaka bin Nevfel bin Esed bin Abdül Uzza’ya götürdü... Bu zât, zamanı cahiliyette Hristiyanlık dinine dâhil olmuş bir kimse olup, İbranice yazı bilir ve İncilden meşiyyeti ilâhiye taalluk ettiği mikdarda öteberi yazardı... 

Varaka gözleri âmâ terki dünya olmuş bir piri fâni idi... Hatice (r.a.) amcaoğlu Varaka’ya: 

Amcaoğlu, dinle bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor! dedi... Varaka: 

Ne var kardeşim oğlu? diye sorunca, Rasûlullâh (aleyhisSelâm) gördüğü şeyleri kendisine ihbar etti. Bunun üzerine Varaka dedi ki: 

Bu gördüğün, Allâhû Teâlâ’nın Musa’ya (aleyhisSelâm) tenzil ettiği Nâmûsdur. Ah keşke senin davet günlerinde genç olsaydım. Kavmin seni çıkardıkları zaman keşke ber-hayat olsam! 

Bunun üzerine Rasûlullâh (aleyhisSelâm): 

Onlar beni çıkaracaklar da mı? diye sordu... O da: 

− Evet, zira senin gibi bir şey getirmiş bir kimse yoktur ki, düşmanlığa uğramasın... Şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana son derece yardım ederim... 

Ondan çok geçmedi Varaka da vefat etti... (Ve bundan sonra da ) Vahye ara verildi...” 

Efendimiz’in Hazreti Hatice ile birlikte Varaka’dan döndükten sonra da bir zaman korkusu geçmemişti... 

Bu devrede Efendimiz kırk, Hz. Hatice ise 55 yaşındaydı… Bir gün evde oturuyordu ki, birdenbire odada, daha önce de görmüş olduğu Cebrâil (yahut Cibrîl, aynı isimlerdir) ile karşılaştı... Derhâl Hazreti Hatice’ye seslendi!.. 

Yâ Hatice, bak o melek gene geldi işte! 

Bunun üzerine Hazreti Hatice yanındaki bir sedire oturdu ve: 

Mâdemki öyle, gel sağ yanıma otur! dedi. 

Efendimiz de Hazreti Hatice’nin dediklerini yaparak onun sağ yanına oturdu... Bundan sonra Hazreti Hatice sordu: 

Şimdi hâlâ o meleği görüyor musun? 

Evet, görüyorum yâ Hatice! 

Hazreti Hatice bundan sonra Efendimiz’i sol yanına oturttu ve gene aynı suali sordu: 

Şimdi hâlâ o meleği görüyor musun? 

− Evet, görüyorum yâ Hatice!

Bunun üzerine Hazreti Hatice, Efendimiz’i kucağına oturttu... Ve tekrar sordu: 

Gene görebiliyor musun? 

− Evet! 

Bunun üzerine Hazreti Hatice başını, kollarını açtı ve eteğini kaldırdı ve bu hususi hâl üzere tekrar sordu: 

Ya şimdi hâlâ görüyor musun? 

Hayır, şimdi kayboldu! 

Onun bir melek olduğuna kanaat getirdim! Zira o cin olsaydı, mahrem bir hâlde olmamıza rağmen yanımızdan kaçmazdı... 

 
30 / 58

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!