81 - 100

-81- 

Ne eski bir yıl bitiyor...

Ne de yeni bir yıl başlıyor!

Yalnızca, insanlar “kurabiye” imalâtına devam ediyorlar...

Yaşanan “an”lar var bilinçte...

Bir de insanların vehimleri; hayalleri, umutları...

Oysa, oyunun sonu, başından belli senarist ve yakınlarınca!

Öyle olmasaydı nereden bilebilirdi geleceği, bilenler!

Gaybın, algılama sınırına göre var olduğunu anlayamayanlara söylenecek ne söz var ki!

Yeni 1000 yılınız, gerçekleri fark edip de bu boyuttan ayrılmayı nasip etsin...

Psikiyatrinin alanına giren “Mistik hezeyanlardan korunanlardan olalım hepimiz.

 

 -82-

Mesela, bu Pazartesi gecesi “Kadir Gecesi” olsa...

“Tenezzelül melâiketi ver RUH, fiyha biizni Rabbihim” âyetini acaba nasıl anlayabilir; ya da yaşayabiliriz?

“Tenezzül”, acaba, enfüsî olarak meydana gelen, bireye özgü bir yaşam boyutu açan, bir olay mı; yoksa afâkta cereyan eden, mekânsal bir olay mı?

“Melâike”, kelimesiyle, hangi anlam ve özellik taşıyan melekî yapı anlatılmak isteniyor?

Melek, afâktan, dışınızdan başınıza mı iniyor? Yoksa, özünüzdeki bir boyuttan bilincinize doğru mu “inzâl” olmada?

“RUH” hakikatinız olan “Tek”lik boyutu mu acaba?

Bireylerin “RABBİ”, onların her birinin “Esmâ terkibi” olabilir mi?

“Esmâ terkipleri izin verirse, “Kadir süreci” içinde kişiler kendi hakikatlari olan melekût boyutunu anlayabilir; ve RUH adı verilen, Vâhidiyet mertebesinin izhar oluşunu, hissedip yaşayabilir; ki yaşayan yalnızca KENDİSİ’dir”... diye yorumlayabilir miyiz bu âyeti. 

 

-83- 

İnsanların, düşünemeyen türünün perdesidir İsimler...

Düşünemeyen insanlar, isimlere takılır ve orada kalır!.. İsim ile işaret olunan “Kavram”lar onlar için çok bir şey ifade etmez...

O ismin işaret ettiği anlam ya da kavramı, herkes, kendi kafasında, diğerinden bir başka türlü anladığı için de, hiçbir ortak sonuca varılamaz...

Oysa akıllı adamlar tartışırken, önce “kavram”da mutabakat arar; sonra o kavrama işaret eden çeşitli isimleri bire indirgerler.

Yaşamda, akıllı insanlar için daima önemli olan “kavram”dır, “işlev”dir!..

Eğer, hâlâ isimlerle, lakap ve ünvanlarla uğraşıp; “kavram” ve “işlev”i değerlendirerek, ona göre sonuca gidemiyorsak; iki sağırın banka diyaloğu devam ediyor demektir. 

 

 -84-

Karasabana bağlı beygirin peşinde tarla süren çiftçi ile; yarış atıyla hipodromda yılın yarışında birinciliğe oynayan jokey!..

Cebinde kum saati ile dolaşanla, atomik saat kullanan!

Traktör üstünde 20 kilometre hıza çıkınca, kendini Dünya yarışçısı sanan garibim ile; Dünya çevresinde uzay mekiği ile tur atıp, oradan yeryüzündeki insanın yüzündeki sivilceyi fotoğraflayan adam...

“Demiş ki;”lerin dedikodusuyla gününü tüketirken kendini âlim, ârif, velî, müceddid, mehdi, peygamber sanan mukallit ile; “görür Gözü, işitir Kulağı, söyler Dili” olarak tahakkuk eden, Sıfat mertebesi mazharı Zât!..

Mukallit...

Muhakkik...

Levvâme ya da Mülhime’nin buharlaşan sularında can verme savaşında olanlarla; Mardiye Okyanusunda hayat sıfatıyla Hayy, İlim sıfatıyla Aliym, Müriyd isminin işaretiyle İrade sıfatı mazharı; Kudret sıfatıyla tahakkukta olan; Semi’ ve Basıyr’in mazharı olarak en ince detayına kadar gerçeklere muttali olan zât...

Çöldeki çadırından, kırbasındaki yıllanmış kurtlu suyu, Bağdat’taki “Halife”ye armağan götürmek isteyen mukallit; ve Dicle’nin kıyısındaki sarayında yaşayan “HALİFE” Muhakkik!

Ne zaman bilgi dedikodusunu terk edip, “Allâh’a firar edin” çağrısına uyacağız? 

 

-85- 

Kur’ân-ı Kerim’de “İnna...” lardaki “Biz” lafzının kaynağı olan “Alâyı illiyn”in varlığından bîhaber mukallit, ne bilir “Hakikat-i Muhammedî” ismiyle işaret edilen ve “RUH” isimli melek diye bahsedilen Vâhidiyet mertebesinin ne olduğunu!

Enfüsünden bîhaber; tüm anlatılanları, afâkta arayan şaşkın!

“TEK”liğin enfüsten ulaşılan bir boyut olduğunu kavrayamayıp; göklerde, uzayda “TEK” arayışına çıkan mukallit!

Tanrı kavramına, “Allâh” ismini etiketleyerek, kendini muvahhid sanan; elbette ki, bütün bunlardan habersiz olarak, bu dünyadan geçenlerden olmak üzere yaratılmıştır.

Kesret kavramının kaynağı olan “Tek mutlak RUH”tan meydana gelen tüm Melekût âlemi; ve o âlemde meydana gelen Müheymin melâike, Alâyı illiyn, ve diğer meleklerin varlığı...

Esmâ mertebesinin zuhuru olarak varlığı meydana gelmiş olan Melekût!..

Varlığını melekûttan alan tüm Efâl mertebesi varlıkları...

Elbette ki, Rasûl ve Nebi’lere inzâl yollu gelen ilim, urûc yollu keşfedilenden değerlidir. İnzâl ile urûc arasındaki fark, Rasûl ile velî arasındaki fark gibidir...

Hak, “tenezzül” eder; kul “urûc” eder!

“Melekûtundan” gâfil olan, “ALLÂHadıyla işaret edilenden hayli hayli gâfildir... Ömrü, ismi tanrı edinerek tamam olmaktadır! 

19 / 33

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!