Ukaz’da

Hz. Muhammed AleyhisSelâm’ın Rasûllük görevini almasının birkaç yıl öncesindeyiz şimdi...

Ukaz panayırı, her yıl olduğu gibi, gene kurulmuş Mekke yakınındaki Mecennet Vadisi’ne...

Oldukça büyük bir kalabalık toplanmış...

Bir yandan Yemen’den gelen tüccarlar mallarını satmaya uğraşırken; diğer yandan Dairanlı tacirler develerine Taif’in kuru üzümünü yüklemekle meşgûl...

Panayırın birçok köşesi ise o devrin en meşhur şairleriyle dolu... Hepsi de kendi şiirlerini halka beğendirme arzusuyla dolu... Zira hangileri en çok beğeni kazanırsa, dereceye girerse, onların şiirleri Kâbe duvarına asılacak...

Halkın bir kısmı alışverişte; bir kısmı da eğlence yerleri civarında kendilerine hoş bir eğlence aramada...

Bakın!.. Efendimiz Muhammed Mustafa ile en yakın arakadaşı Ebu Bekir de gelmişler, kolkola dolaşıyorlar... Aralarında bir şeyler konuşuyorlar...

Ebu Bekir, Efendimiz’den iki sene sonra Dünyaya gelmiş...

Teymoğulları namıyla bilinen sülaleden gelmektedir Ebu Bekir... Aynı zamanda yedinci göbekteki dedesi olan Ka’b oğlu Mürre, Efendimiz’in de yedinci göbekte dedesi olmaktadır...

Böylece, gerçekte bu iki yakın dost, aynı sülaleden gelmenin genetiğine de sahip olmaktalar...

Ebu Bekir; yumuşak, fevkalâde güzel ahlâklı, anlayışlı, hoşgörüsü geniş bir insan...

Yardımsever, cömert ve bol ziyafet veren bir insan olduğu için de, bütün Mekke halkı tarafından çok sevilmektedir... Ne zaman Kâbe yanına gelse, hemen etrafı halk tarafından çevrilir; beraberce oradaki kendisine ayrılmış odaya gidilir ve orada koyu bir sohbete dalınır...

Medine civarında, Bahreyn’de ve Hayber’de geniş arazileri olan ve ticaret kervanları bulunan Ebu Bekir’in, bu yüzden pek çok tanıdığı mevcuttu... Dışardan gelen birçok insan öncelikle O’nu arar, O’na akıl danışır; O’nunla sorunlarını çözmeye çalışırdı...

Kısa bir süre önce yolda Efendimiz’le karşılaşan Ebu Bekir, O’na şu soruyu sormuştu...

− Ey Emin kardeş, niçin diğer Kureyş halkı gibi değilsin?.. Putlara secde etmez, heykellere hürmet göstermezsin..?

Efendimiz ona şu cevabı verdi:

− Yâ Eba Bekr, bu insanların odundan, taştan, madenden yaptıkları putlara neden ve nasıl tapındıklarını bir türlü aklım kavrayamıyor!.. Onların kendilerine bir yararı yok, ki insanlara fayda sağlasınlar!.. Hepsi de hiçbir işe yaramayan nesneler... Hâlbuki bütün bunların ötesinde, bizi ve her şeyi var kılan bir mutlak varlık olması gerekmez mi?

− Haklısın emin dostum!.. Benim de aklımdan öyle geçiyor... Fakat bilemiyorum ki bu nasıl bir din olabilir!.. Keza ben de, senin gibi düşündüğüm içindir ki, kendimi bildim bileli putlara secde etmem... Elbette Yaratıcının indînde bir din olmalı... Ama bu dini bize kim gösterecek?.. Bizi bu doğru yola kim sevkedecek?..

İşte şimdi de, gene böyle bir mevzuyu konuşuyor olmalılar o köşede... Zira bu mevzu üzerindeki merakları, araştırmaları gün geçtikçe artmakta...

Bakın, başlarını sağa çevirdiler... Hani şu kızıl deveye binmiş, beyaz sakallı, nûr yüzlü yaşlı hatibin olduğu tarafa... Epeyce de kalabalık toplanmış hatibin etrafına...

Ne varki buradan da pek bir şey anlaşılmıyor yaşlı hatibin sözlerinden...

Efendimiz bir şeyler soruyor Hz. Ebu Bekir’e:

− Kim bu yaşlı adam, yâ Eba Bekr?

− Saide oğlu Kuss derler adına... Çöller vaizi... İyad kabilesinin ulusu... Meşhur şair ve hekim...

Onlar da, yaşlı hatibin yanına doğru yürümeye başladılar...

Saide oğlu Kuss, yakın bir gelecekte âhir zaman Nebisi’nin örtüsünün kaldırılıp, ortaya çıkartılacağından söz ederek halka bu konuda müjde veriyor:

− Ey insanlar!.. Dinleyiniz ve anlamaya çalışınız!.. Anladıktan sonra da uyanınız!..

Ne görüyoruz?.. İnsanlardan gelen kalmıyor; giden de dönmüyor!..

Acaba niçin gittikten sonra geri dönmüyorlar?..

Gittikleri yerden hoşlanıp da orada mı kalıyorlar?..

Yoksa yattıkları yerden kalkmak mı istemiyorlar?..

Yoksa onları uyandıracak biri mi yok?..

Yoksa var da, daha vakti mi gelmedi?..

Ey ölüsünün ardından ağlıyan kişi!..

Ölüler, mezarlarında yatıyorlar!.. Üstlerinde götürebildikleri yalnızca bir kefen parçası var!..

Onları kendi hâline bırak!.. Çünkü, bir gün var!.. O gün bütün ölüler ve diriler, dalgın dalgın uyuyan kimselerin uyandırıldıkları gibi, uyandırılacak ve çağırılacaklardır!.. Onlar da başka bir hâlde, bu çağırılışa icabet edeceklerdir.

Evvelce onlar yoktan nasıl var edildilerse, yaratıldılarsa, gene öylece yaratılacaklardır!..

Yemin ederim ki, Yaradanın indînde bir Din vardır, ki bu, şimdi üzerinizde bulunduğunuz inanıştan daha sevgilidir.

Yaradanın gelecek olan bir elçisi vardır ki, gelmesi çok yakınlaştı...

Gölgesi başımızın üstüne geldi...

O’na iman edenlere ne mutlu!..

O’na iman etmeyenlere ne yazık!..

Yazık o bahtsız kişilere ki, O’na isyan ederler!.. O’na muhalif olurlar!.. Vay o ömürleri gaflet içerisinde geçecek olan insanlara...

Efendimiz AleyhisSelâm ile Ebu Bekir de can kulağı ile dinlemekte bu sözleri; tıpkı herkes gibi, tıpkı bizler gibi...

Yakında geleceğinden bahsettiği Rasûl’ün, burada, bizzat kendisini dinlemekte olduğundan da haberi yok Saide Oğlu Kuss’un!..

Keza bahsedilen Rasûl’ün kendisi olacağından da haberi yok, Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa AleyhisSelâm’ın!..

Gelin şimdi birkaç sene daha yaklaşalım zamanımıza!..

Bu günlerde Efendimiz ile Ebu Bekir pek buluşamıyorlar... Zira Efendimiz, kendi başına Hıra Dağı’nın yamacındaki mağaraya çekilip, içinden geldiği gibi, inanmış olduğu Tek ve Mutlak olan âlemlerin Rabbini tefekkür etmekte...

Hz. Ebu Bekir ise, bir yandan bu mevzu ile uğraşırken, diğer yandan da, ev işleri ve ticaretiyle meşgûl olmakta, ticari seferler tertip etmekte... Fakat hayat hep böyle devam etmeyecek ya... Bakın ne oldu günlerden bir gün!..

4 / 47

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!