Diğer iş, görüntünün konumundan çok niteliği ile ilgili bilginin akılda tutulmasını gerektiriyor. Araştırmacılar ekran merkezinde yanıp sönen bir görüntü oluşturuyorlar. Her maymun, görüntü kayboluncaya kadar beklemek ve gözlenen şekle bağlı olarak gözlerini sağa ya da sola çevirmek için eğitiliyor. Elektrotlarla, maymun beyninin pre-frontal korteks sinir hücreleri ekranda görülüyor. Pre-frontal korteks adlı bölgesindeki nöronların aktiviteleri, elektrotlarla ekrana yansıtılıyor.

Her testte sadece bir nöron grubu harekete geçiyor. Konumla ilgili “nerede” testi, pre-frontal korteksin bir bölgesindeki nöronları aktive ederken, şeklin içeriği ile ilgili olan “ne” testi diğerine komşu ama ayrı bir bölgedeki nöronları harekete geçiriyor. Goldman-Rakic, pre-frontal korteksin şimdiye değin hep bilginin yönlendirildiği ve planlama, düşünme, anlama ve istem için sentez edildiği yer olarak düşünüldüğünü belirterek, bu alanın en azından duyusal ve motor bölgeler kadar bölümlenmiş olduğunu gösterdiklerini söylüyor.

Geçen yıl içinde, Washington Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından ortaya koyulan tamamlayıcı bulgular, insanlar üzerinde PET ile yapılan çalışmalardan kaynaklanıyor. Deneyde gönüllülere, isimler içeren bir liste veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları ve her isimle ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor. Örneğin, “köpek” sözcüğü okununca “havlamak” gibi bir yüklem söylenmesi gerekiyor.

Bu deneyde pre-frontal ve cingulate korteks de dâhil olmak üzere, beynin pek çok farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor. Fakat aynı isimleri içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması nöron aktivitesinin değişik bölgelere kaymasına yol açıyor. Gönüllülere yeni bir isim listesi verildiğinde ise, nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü görülüyor.

Bu deney, beynin bir bölgesinin sözcük türetmeyi gerektiren kısa süreli bellek görevi gördüğünü, ama iş otomatikleştikten sonra beynin başka bir bölümünün bu görevi devraldığını gösteriyor. Diğer bir deyişle, bellek yalnızca içeriğine göre değil, aynı zamanda işlevine göre bu bölümlere ayrılıyor. Washington Üniversitesi’nden Steven E. Petersen, bu sonuçları Goldman Rakic’in düşünceleriyle uyum içerisinde olduğunu söylüyor.

Peki nasıl oluyor da beyindeki bu özelleşmiş alanlar birbirleriye büyük bir uyum içerisinde çalışabiliyorlar? Aktiviteler tek bir merkezden mi, yoksa beyne yayılmış olan bir çeşit entegrasyon ağı tarafından mı koordine ediliyor? Petersen, algılama, bellek ve istemin entegre edildiği bir tek lokalize alan ya da lokalize olmuş birkaç alan bulunduğu düşüncesini savunuyor. Goldman Rakic’in görüşleri ise, farklı fakat eşdeğer bölgelerin birbirleri ile bağlantı ve ilişki içerisinde bulunduğu, hiyerarşik olmayan bir modele daha yakın. San Diego’daki California Üniversitesi’nde bellekle ilgili araştırmalar yapan Larry R. Squire, “bağlantı problemi”nin çözümünün uzun yıllar alabileceğini, bağlantı mekanizmasının ne olduğu konusunda gerçek bir ipucunun bulunmadığını düşünüyor. Ama öte yandan hızla gelişen teknolojinin son ürünlerinden biri olan mikroelektrotlar, vücuda zarar vermeyen görüntüleme teknikleri (örneğin PET ve Magnetik Rezonans ile Görüntüleme gibi) ve bilgisayarlar sayesinde, bu sorunların yakın bir gelecekte yanıtlanacağından ve deneysel bilgilerle yeni modeller oluşturulabileceğinden umutlu Squire’ın da dediği gibi: “Bu teknolojik destek olmadan artık hiçbir şey yapılamaz.”

John Horgan

Kısa ömürlü radyoaktif maddelerin kan dolaşımına verilmesiyle nöron aktivitesinin dolaylı olarak ölçülmesi.

 

Yukarıdaki yazı SCIENTIFIC AMERICAN Dergisi’nin Ocak 1994 sayısının tercümesidir.

Normalde çok küçük bir yüzde ile çalışıp geri kalan miktarı kullanılmaz bir hâlde bekleyen beynin, bu boş duran kapasitesinin devreye sokulması yolu zikirden geçer.

Zikir ile beynin belli bir bölgesindeki hücre grupları arasında üretilen biyoelektrik enerji, zikrin devamı hâlinde, bu bölgeden taşarak, görevsiz bekleyen yan hücrelere yayılır ve onları da mevcut kapasiteye ilave ederek devreye sokar.

Zikir konusu ne ise, o anlamda bir frekans yayarak bu hücreleri devreye alan beyinde, elbette ki o istikamette de faaliyet gelişir...

İleride de daha detaylı izah edeceğimiz üzere, mesela Allâh’ın İrade sıfatının ismi olan “MÜRİYD” ismi zikredildiğinde, kişinin beyninde boş duran hücreler, bu ismin frekansında titreşimle programlanarak devreye girdiği için, bir süre sonra o kişide irade gücünün arttığı ve eskiden başaramadığı birçok şeyi başardığı görülür. Ancak hemen burada kesinlikle idrak edilmesi zorunlu bir husus da vardır ki, o da şudur:

Herkesin beyin yapısının kendine has bir orijinalitesi vardır ve bu tür “Esmâ” yani Allâh’ın isimlerine dayalı zikir türünde, mutlaka bu işin ehlinden bilgi alma zorunluluğu vardır!.. Kendi aklına geldiği gibi zikir yapmak, farkında olmadan CİNLERİN İLHAMIYLA ZİKİR yolunu açar ki; kişinin bilinçsizce kendini cinlere teslim etmesine sebep olabilir... Nitekim, bu yüzden bazı evliyaullâh, “Yetiştiricisi olmayanın yetiştiricisi şeytan olur” demişlerdir.

Evet, esas itibarıyla ham, yani programlanmamış olan beyin hücrelerini, zikir yoluyla, erişilmek istenen gaye istikametinde programlayarak eskisinden çok daha güçlü çalışan bir beyne sahip olunabilir.

Şimdi, bu satırları okuyan bazı zikir inkârcıları, hemen şu soruyu soracaklardır: “Mâdemki ZİKİR bu derece beyni geliştiriyor da, niçin İslâm âlemi devamlı zikir yapmasına rağmen, üstün bir beyin çıkartamıyor ve bütün gelişmeler batıdan, gayri müslimlerden geliyor?

Bu sorunun cevabı son derece basittir... Ancak, işin tekniğini bilen bir kişi için!

Allâhû Teâlâ’nın lütfu ve Hazreti Rasûlullâh (s.a.v.)’in inayetiyle, bize keşf yollu açılan zikir sırrına binâen, konunun tekniğini izah etmek suretiyle size bu sorunun cevabını verelim...

11 / 85

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!