Sayfayı Yazdır

Ya Tanrı Kabul Etmezse?

− Suali olan var mı?

− Cuma ile ilgili bir sual sormak istiyorum. Ticari işlerim ile ilgili olarak dolaştığım bazı Arap ülkelerinde, Cuma namazı için câmiye girildiğinde, Arapların Cuma namazından önce iki rekât namaz kıldıklarını gördüm. Hutbe bittikten sonra iki rekât Cuma namazı kılıyor, namazı müteakip sağ ve solundakilerle, tanıdık olsun olmasın tebrikleşiyor, sonra da dışarı çıkıyorlar. Bu Arap dostlarım, Türkiye’ye geldiklerinde bizdeki uzun Cuma namazını görünce, bunun yanlış olduğunu, Cuma’nın bir bayram günü olduğunu, Cuma’dan sonra bu kadar fazla namaz kılmanın yanlışlığını söylediler. Hangisi doğru efendim?

− Efendimiz, Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisi Cuma günleri genellikle evinde iki rekât namaz kılar, mescide öyle gelir, hutbeden sonra iki rekât Cuma namazı kılınır; sonra mescitte iki rekât daha namaz kılardı. Bazen de, Cuma salâsından sonra mescitte kılmaz, evine gelir, evinde dört rekât kılardı! Cuma namazının orijinal olanı budur.

Sonraları “Ya, bu kıldığımız namazı TANRI kabul etmezse, biz ne yaparız” gibilerden düşünceyle “ne olur ne olmaz” deyip öğle namazını da kılalım demişler ve Cuma salâsını bu vaziyete getirmişler.

Yani, Arapların orada tatbik ettikleri şekil doğrudur!

Bizim, buradaki uygulamamız da böyledir.

Önden iki rekât namazı edâ ederiz. Cemaatle birlikte Cuma namazından sonra iki rekât daha edâ eder çıkarız.

“Hanımlar Cuma namazı kılamaz” diye bir kural da yoktur! Hanımlar da, Cuma namazını imama uyarak kılabilir! Ama günümüzde, hanımlar kılamaz diye bir kural çıkarmışlar. O da yanlıştır! Hz. Rasûlullâh zamanında sabah namazına, yatsı namazına dahi hanımlar câmiye giderlerdi. Cemaatle kılınırdı namaz! Hanımlar pek yalnız gelmesin diye, erkekleri ile beraber gelsinler diye, sonradan uyarı yapılmıştı.

***

Zikir kelimesini nasıl anlamlandırmalıyız?

Genelde “varlıkların zikri” dendiği zaman, buradaki “zikir” kelimesini çok geniş anlamda değerlendirmemiz lazım. Bizim yaptığımız çok önemli bir yanlış var; kelimelerin çok dar ve günlük kullanım alanındaki mânâları ile kayıtlanıyoruz.

Mesela “zikir” dediğin zaman, şu tespihi eline alıp belli kelimeleri tekrar etmen de zikir kelimesinin kapsamı içindedir... Biri mikro boyutuyla, biri makro boyutuyla...

“Yaşayan ve var olan hiçbir şey hariç olmamak üzere hepsi O’nu zikreder” anlamındaki “zikir”, o birimin varoluş gayesine uygun hizmet vermesidir.

Efendim, biz suyun kenarında otururken, suyun “Hay Hay” ismiyle zikrettiğini duyduk? derler...

Bu, kişinin hayalinde oluşan bir anlamdır! Bu harfler insan beyninde oluşan bir olaydır...

Esasen bu, “lisanı hâl” ile olan zikrin, kişi tarafından algılanış şeklidir. Yani, “hâliyle” işlevini dillendirmektedir; anlamında...

İşte bu anlamda, her şey, “hâliyle” zikirdedir... Varoluşunu sağlayan Esmâ’nın açığa çıkmasına vesile olarak...

Her şey hayatiyetini, “Hayy” isminin açığa çıkış şekillerinden biri olan, sudaki hayatiyet sıfatından alır. Bu sıfatı algılayan da hayalinde böyle bir kelime tekrarı düşünür. Suyun yaşamında bu harflerin yeri yok ki... Onun varoluş gayesine ve amacına hizmet eden bir şekildeki oluşumu, onun zikridir!

Eğer sen, suyun Hay Hay diye kelimelerle zikrettiğini düşünüyorsan duyuyorsan, algılıyorsan, bu, senin hayalindeki canlandırmanın dışarıdan geliyormuşçasına var kabulüdür!

Yaptığım zikirler ihlâslı olmasa da, kabul olur mu?

− “Kabul olma diye bir kavram var mı?!! Varsa, bu ne anlamdadır?

Birisinin kabul etmesi için mi siz ibadet ediyorsunuz? Siz yaptığınız, ibadet dediğiniz şeyleri yukarıdaki, dışarıdaki, ötedeki birisinin kabul etmesi için mi yapıyorsunuz?!!

Eğer biri sizin bu yaptığınızı kabul edecek diye yapıyorsanız, yaptığınız temelde; şirki hafî’dir!

“Şirk koşanın yaptığı çalışmalar Allâh için değer taşımaz” diyor âyet!

“Kabul eder”, “Kabul etmez” kavramını unutun!

Yaptığınız hiçbir şey, dışarıdan birisinin kabulü için değil!

Nasıl ki yemeği yediğin zaman acaba “Allâh kabul etti mi?” diye düşünmüyorsan, yediğin yemekte kabul oldu mu, kabul edildi mi kavramı söz konusu olamıyorsa, kıldığın namazda da böyle bir kavram yoktur! Yaptığın her şey yerini bulur ve karşılığını alır; yani ne yaparsan bir sonraki aşamada kesinlikle o yaptığının neticesiyle karşılaşırsın; yaptığın kapasite kadarı ile!

İşte, iyi veya kötü, yapılanın sonucuyla karşılaşma olayı, Arapça da, Kurân’da “ceza” kelimesiyle anlatılmıştır.

Yapılan hiçbir şey boşa gitmez!

Benim kitaplarımı okuyup anlayan kişinin anladığının göstergesi; onun beyninden “kabul oldu mu acaba yaptığım” gibi bir kavramın silinmesidir! Eğer birisi benim kitaplarımı okuduğunu söylüyorsa; sonra da “kabul oldu mu acaba yaptığım” gibi bir kavram kafasına geliyorsa; o daha benim kitaplarımın kapağını bile açmamıştır!

Bizim baştan itibaren vurguladığımız olay; “Ne yapıyorsan kendin için! Dışarıdan birisi için yapmıyorsun” realitesidir!

Dolayısıyla; “senin yaptığını kabul veya reddedecek bir varlık, kavram söz konusu değildir” diyoruz; ki önce bunu anlamak lazım!

Peki, öyleyse “Ben Allâh için bunları yapıyorum” cümlesinin mânâsı nedir?

İşte bu sual, bizim “Hz. Muhammed’in Açıkladığı ALLÂH” kitabının okunmadığını dillendirir.

Eğer o kitap okunsa ve anlaşılsa, idrak edilse, fark edeceksiniz ki; “Allâh İsmi İle İşaret Edilen” senin, dışında yöneleceğin bir varlık değil, içinde, ÖZ’ünde olandır!

31 / 76

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!